Dünya kurulduğundan beri tarih, dünyada dinsiz bir topluma rastlamamıştır. Ama bu toplumlar içinde dinsiz insana rastlansa da, tökezlediğinde veya başı olağanüstü bir sıkıntıya düştüğünde, inanan insanların ağzından çıkan kelimeler, aynısıyla onların ağzından da bülbül gibi dökülmektedir.
“Batmakta olan gemi ile, düşmekte olan uçakta dinsiz insan olmazmış.”
Nitekim Ankebut 65-66:
“Onlar bir gemiye bindikleri zaman (fırtına korkusuyla batmakta olan gemide) kendisine içten bir inanç ve bağlılıkla Allah’a yakınırlar, fakat onları sağ salim karaya çıktıklarında bakarsın ki yine ortak koşuyorlar. Kendilerine bahşettiğimiz şeylere karşı nankörlük etsinler, zevk-u safa sürsünler. Ama yakında anlayacaklar.”
Kendilerini sağlık, sıhhat, mal, mülk, taç, taht, un ve unvan bakımından yeterli bulanların da, içinde yaşadığımız dünyadan ayrılmanın endişesini taşımamaları mümkün değildir.
Dolayısıyla içlerindeki bu endişeyi bastırmak üzere, gerçeğe inanamayanlar buldukları sahte putçuklara inanmak zorunda kalıyorlar veya inanacak bir şeyler bulabiliyorlar.
Nitekim ünlü şairimiz bu konuyu:
“Beşerin böyle dalaleti var / Putunu kendi yapar, kendi tapar.”
diye özetlemiştir.
Vahyin ve vahdaniyetin dışında kalan her insan, ister ilkel isterse çağdaş olsun, mutlaka kendilerine göre inanacak bir şeyler bulabiliyorlar. Vahyin ve vahdaniyetin dışında kalanların tarihte taşa, toprağa, güneş ve yıldızlar gibi cansız varlıklara, hatta günümüzde hayvana bile taptıklarını görüyoruz.
Nitekim son Hint-Pakistan savaşında, taptığı hayvanın idrarı ile yüzünü yıkayıp, hatta içip hayvanın idrarından medet umarak uçağa binen pilota bile şahit olduk.
Bu konuda meslek hayatımda rastladığım iki olayla, lise yıllarında şahit olduğum bir olayı siz okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Paylaşımlarıma geçmeden önce, canlı ve cansız varlıklara tapanların yanında, bir de hiçbir şeye inanmayıp, inanmadığını her platformda söyleyerek mertlik taslayan ateistler de var.
Özellikle bunlarla (ateistlerle) ilgili dikkatimi çeken bir konuyu da sizlere arz etmek istiyorum:
İster Müslüman isterse Hristiyan veya başka bir din mensubu olsun, inananlar “Arkadaş, Müslümanım” veya “Hristiyanım” deme gereğini duymazken, ateist geçinenler bulundukları toplum içinde veya ekranlarda her vesile ile “Ben ateistim” deme ihtiyacını duyuyorlar.
İstiyorlar ki başkaları da kendileri gibi olsun.
İlk görev yaptığım ilçede, okulumuzda ateist olduğunu söyleyen bir öğretmen arkadaşımız vardı. Bu arkadaşımız o yıl yapılan nüfus sayımında “din hanesine ateist” olarak yazdırdığını gururla söylerdi.
Bu arkadaşımız bir sabah öğretmenler odasına girdiğinde:
“Tamam, bu iş de halloldu.” diye yüksek sesle bağırdı.
Hep beraber:
“Hayrola Sayın Hocam, ne oldu, geçmiş olsun?” dediğimizde (3 Aralık 1967 yılında akşam haberlerinde Dr. Barnard’ın kalp nakli ameliyatını ölüme çare olarak gördüğü için)
“Ölüme çare bulundu.”
Sonrası mı? Ben o ilçeden ayrıldıktan yıllar sonra o arkadaşımız öyle bir dönüş yapmış ki hem hacca gitmiş hem de sabah namazlarını camide kılar hale gelmiş.
Yine başka bir okulda, bu arkadaşa benzer bir arkadaşımız daha vardı. O da her vesile ile “ateist” olduğunu söylerdi.
Yukarıda da arz ettiğim gibi, ateistler her vesile ile içlerindeki Tanrı fısıldaması olan vicdanlarının sesini bastırmak için, olur olmaz her ortamda ateist olduğunu gururla ifade ederler.
Bu arkadaşımız da haziran sınavlarında yazılı kağıtlarını okurken, bahçede tulumbada yüzünü yıkadıktan sonra, arkadaşları bekletmemek amacıyla yüzünü silerek acele yürürken kafasını balkon çıkıntısında uzanan bir ağaca çarpar çarpmaz o acıyla:
“ALLAH!” diyerek bayılarak yere düşer.
Acil olarak ambulansla hastaneye götürdük. Ayıldıktan sonra bir arkadaş, düşerken “Allah” diye bağırdığını söyleyince, yüzü sapsarı oldu ve:
“Olamaz.” dedi.
Hele bir profesörümüz var ki dillere destan...
Dedemin meşhur bir sözü vardı:
“Kendi işinin hastası, elin işinin ustası...”
Bu profesörümüz de kendi işinden başka her türlü işe burnunu sokuyor. Doğduğu, büyüdüğü ülkenin okullarında okuduğu ve profesör payesini halkının alın teriyle yapıldığı üniversiteden alan, karnını da bu ülkenin insanlarının alın terinden aldığı maaşla doyuran bilim adamımız, sanki ne olduğunu soruyorlar gibi, her vesileyle ateist olduğunu, damarlarında Türk kanı taşımadığını, Anadolu insanının cahil olduğunu, insanın içini bulandıran kendi dışkısıyla birlikte inek ve keçi dışkısı yediğini itirafının yanında, kız öğrencisinin eteğini kaldırarak cetvelle vurduğunu kendi ağzından dinledik.
Meslektaşları Sayın Prof. Dr. Naci Görür, Sayın Prof. Dr. Şener Üşümezsoy hocalarımızın depremle ilgili bilgilendirici söylemlerinin yanında, bu koyu ateist hocamızın depremle ilgili bir sözünü hatırlıyor musunuz?
Ama aynı hocamız geçenlerde rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığında, dostlarının “Geçmiş olsun” dilekleri karşılığında:
“Doktorlar iyi olacaksın dedi. İnşallah iyi olacağım.” demesine ne dersiniz?
1965 lise yıllarımda okurken, doğru bilginin yalnız bilimsel bilgi olduğu, doğru bilgiye yalnızca deneycilikle ulaşılabileceği, “Görmediğim, dokunmadığım bir şeye inanmam.” diyen Pozitivizm akımı yaygındı.
Sınıfımızda iki arkadaştan biri “pozitivizm gereği” insanlığın evrim geçirerek maymundan geldiğini iddia ederken, diğer arkadaş da yaratılışı savunuyordu.
Sohbet münakaşaya dönüşünce, yaratılışı savunan arkadaş:
“Allah beni akıl ve irade sahibi bir varlık olarak yaratmış, akıl ve iradesi olmayan bir maymunla muhatap olmak istemiyorum.” dediğinde, evrimi savunan arkadaş:
“Bana maymun diyemezsin!” diyerek münakaşa kavgaya dönüşünce, araya girip iki arkadaşı ayırmak zorunda kaldık.
O zaman dikkatimi çekti. Demek ki dilinin söylediğini fıtrat tasdik etmiyordu. Çünkü Rabbimiz, her yaratılan insanın fıtratına “inanma” ihtiyacını koymuş.
Söz ‘maymunculuğa’ gelmişken; deneyciliğe ve evrime iman eden bu arkadaşlara şunu söylemek isterim:
Beş bin yıllık insanlık hafızası, bugüne kadar bir tek maymunun insanlaştığını kaydetmiş değildir.
Hatta bildiğimiz kadarıyla bir maymunun tebessüm ettiğini görmüş ve duymuş değiliz.
At’ın ağladığı bilinir ama maymunun gözyaşı döktüğü görülmemiştir.
Buna rağmen Darwin’in evrim efsanesini bir an için gerçek olarak kabul edelim, sıcağı sıcağına Afrika ormanlarında ani bir değişimle (mutasyonla) insanlaşan bir maymuna rastlanmamıştır.
Deneyciliğin dışında hiçbir şeye inanmayan evrimcilerin, tarihte böyle şahit oldukları bir deneyleri ve duyguları var mı?
Bilime elbette inanıyoruz.
Ama bilim, bilim diye bilime tapanlar; bilim insanlarının ortaya koydukları bilimsel sonuçlar da Yüce Yaratıcının ortaya koyduğu, dini tabirle “Sünnetullah” diye ifade ettiğimiz kurallar ve kanunlar değil mi?
Lokman 27:
“Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa hepsi kalem, deniz de mürekkep olsa ve bundan sonra da yedi deniz daha mürekkep olup o denize katılsa gene Allah’ın sözleri yazılıp tükenmez. Şüphe yok ki Allah, üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bugün bilim insanlarının “bilim” diye ortaya koyduğu bilgiler, Rabbimizin evrene koyduğu kurallar ve kanunlardır.
Üstelik Rabbimiz, bu kuralların keşfini de bizden istemektedir.
Mesela yer çekimi, milyon değil milyarlarca gezegenin birbirine çarpmaması için aralarındaki merkezkaç kuvveti, güneşin batması, ayın doğması, gezegenlerin hareketlerini bilim adamları mı ayarlıyor?
Uzayı bırakalım; ana rahminde çalışmaya başlayan ve günde 130.000 kez atan kalbimizi biz mi tıklatıyoruz?
Milyarlarca ton rızkı, kara toprak ve kuru ağacın elleriyle bize ulaştıran ve yine kuru ağaçlardan ve kara topraktan hiçbir eksiltmeyeni göremeyene ve tanımayana hiçbir şey anlatamazsınız.
Deney meselesine gelince:
Alması bir nimet, vermesi bir nimet olan ve her saniye alıp verdiğimiz havayı; gülün kokusunu, kelebeğin kanadından çıkan sesi, bize canlılık veren ruhumuzu deneylerle görebiliyor muyuz?
Yazımı ünlü şairimiz Fikret’in meşhur şiiriyle bitireyim:
“Beşerin böyle bir dalaleti var; putunu kendi yapar, kendi tapar.”
Gerçek yaratıcıya inanamayan insan, kendine göre mutlaka inanacak bir şey buluyor.
Çünkü kalp de bir bardak gibidir. Bardakta su varsa hava yoktur. Su yoksa hava vardır.
Kalpte “YARATICI” varsa “BATIL” yoktur. “BATIL” varsa “YARATICI” yoktur.
Selam ve dualarımla, saygıdeğer okurlarımın mübarek Kurban Bayramlarını tebrik eder, selam, sevgi ve saygılarımı sunarım.
www.kadirkeskin.net
Not: Resim Ödemiş Kapılı Cezaevi
Yorumlar
Kalan Karakter: