“Adil olmayacaksak niye Müslüman olduk” diye bir soru ya da bir sitem okudum geçenlerde. İlk önceleri pek umursamadım öyle okuyup geçtim muhtemelen beğeni koymuşumdur çünkü takip ettiğim değer verdiğim bir isim paylaşmıştı bunu sosyal medyadan. Sonra aradan biraz zaman geçti bu söz yine aklıma geldi öyle sebepsiz yere. Sonra dedim ki bunu aklıma gelmesinde bir hikmet olmalı neden başka bir söz gelmedi de bu geldi diye düşünürken yine aklıma Tasavvuf piri Ömer Tuğrul İnançer’in bir sohbetinde dinlediğim sözler geldi. Demişti ki İnançer, “Hiçbir şey tesadüf olamaz. Aklımıza getirten de unutturan da o’dur. Her şeyin bir hikmeti vardır. Her şey yeri ve zamanı geldiğinde hayat bulur. Aklınıza getiren gönlünüze de nasip eder.”
Elhamdülillah dedim kendi kendime bu “Adil olmayacaksak niye Müslüman olduk” sözü aklıma geldiyse bir hikmeti vardır dedim. Benden istenilen beklenilen bir şey var. Bunun içinde durup düşünmem lazım. Vakit ayırmam lazım. Çünkü aklımıza getirene değer vermektir bu. İnsan değer verdiklerine vakit bulduğu zaman değil işlerinin arasında vakit ayırarak bu değeri gösterir. Onun için size anca vakit buldum ya da işte işten güçten zaman olmadı anca arayabildim demekle işimi gücümü bıraktım sana vakit ayırdım demek farklı şeylerdir. Birisinde kişiyi, nesneyi, varlığı sıradanlaştırırsınız diğerinde ise onu yüceltir değerli ve özel kılarsınız.
Adil olmak adaletli olmak demektir testere gibi ol demekle eş değerdir. Orak gibi hep kendine değil bir sana bir bana demektir. Adaletten bahsederken Hz. Ömer’i kendimize şiar kabul ediyoruz. Terazide ok gibi olmalıyız diyoruz. Osmanlı’da Fatih’ten bahsediyoruz ama icraatta nerede hile hurda var nerede kendi payımıza daha fazla kazanç var onu sahipleniyoruz. Adalet isterken torunu olmakla övündüğümüz Osmanlı’dan Fatih Sultan Mehmed Han’dan bahsederken acaba şu olayı biliyor muyuz?
Olay neydi İstanbul’un fethinden sonra Fatih bir eser yaptırmak ister yanında bulunan Hristiyan bir mimarı bunun için görevlendirir. Mimara nasıl bir proje olacağını anlatır ve ana cephede iki uzun kolon olmasını ister. Mimar tamam diyerek huzurdan ayrılır. Sonra eser biter ancak mimar iki uzun kolonu yapmamıştır. Fatih eseri incelemeye geldiğinde durumu fark eder ve derhal mimarı huzuruna çağırır. Neden istediği gibi yapmadığını sorar mimar durumu anlatsa da Sultan Fatih, mimarın kolunu kestirir. Mimar bu durum karşısında Sultan Fatih’ten davacı olur ve Kadıya şikâyet eder. Kadı Hızır Bey bir pusula ile Sultan Fatih’e davalı olduğunu bildirir. Dava günü gelip çattığında kadının huzurunda Sultan Fatih ve Mimar bulunurlar. Sultan Fatih tam oturmak için kendisine yer bakınırken Kadı Hızır Bey seslenir ayakta bekleyeceksiniz Murad oğlu Mehmed der. Çok fazla uzatmaya gerek yok sonra dava görülür ve Cihan Padişahı Sultan Fatih’i Kadı Hızır Bey suçlu bulur Kısas ayetini okur ve Sultanın da mimar gibi aynı şekilde konulunun kesilmesi hükmünü verir. Bu hüküm karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen mimar şikâyetten vazgeçer ve fidye ödenmesini teklif eder Sultanın kolunun kesilmesine razı olamaz ve böyle bir adalete şahit olduğu için Müslüman olmaya karar verir.
Şimdi şunu sormak lazım. Acaba kaç kişi bizim yaşantımızı görerek ya da icraatımızı görerek ya da toplum içerisinde ki adaletimizi hak ve hukukumuzu görerek Müslüman olmak ister. Evet, işte kıymetli ağabeyim Veysel İlhan’ın bu eşsiz sözü kulaklarımda bir kes daha yankılanıyor “Adil olmayacaksak niye Müslüman olduk”
Bu benden değil buna adil olmak da zorunda değiliz diyebilir misiniz? Ya bu sarışın ama ben kumralım demek ki buna adil olmam gerekmiyor ya da ben siyah gözlüyüm o ise yeşil ona da adil olmak zorunda değilim diyebilir misin? Ben sitede oturuyorum mahalle apartmanında olan ile aynı haklara sahip olmam adalet bana 2-0 önden başlamalı mı demeliyiz. Veya ben Profesör oldum ilkokul mezunu ile aynı sırada beklemem mi diyeceğiz.
Nasıl ölüm her şeyi sıfırlıyorsa Adalet önünde de herkes aynı haklara sahiptir. Herkes eşittir herkes Adem’dir.
Ne kadar adiliz, sevdiklerimize, eşimize, dostumuza, çevremize, bize değer verenlere ya da bizim değer verdiklerimize acaba ne kadar adil davranabiliyoruz. Zor günlerimiz de bir liman gibi sığındıklarımız ile iyi günlerimiz de kahkahaların havalarda uçuştuğu zamanlarda yanımızda olanlara mı daha adil davranıyoruz. Kahrımızı çekene mi adiliz lütfumuzu çekene mi? Bize doğruyu acıyı söyleyene mi adiliz yoksa bize methiyeler sıralayana mı adil davranıyoruz. Adil olmak için niye hep son anları bekleriz hastane koridorları ya da bir camii avlusu ve ya bir tren garı illa adil olmak için beklenilen yerler mi?
Ya adil olmasını beceremedik ya da Müslüman olmasını. Ama her şey için bir şans daha varken son ana bırakmadan belki bu Adil olmak için son şans…
Selam, Dua ve Muhabbetle…