16 yaşlarında idim. Her akşam rahmetli Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yassıada mahkemeleri başlardı. Gang sesinden sonra mahkeme başkanı Salim Başol’un soğuk ve itici sesi kulakları tırmalamaya başlardı: “Mahkûmlar eli bağlı olmayarak getirildi. Yerlerine oturdular. Duruşmayı açıyorum.” sesiyle dedemin gözünden akan gözyaşları unutamadığım en acıklı çocukluk anılarımdan biridir. Çünkü rahmetli dedem kendisini çok severdi. Dedemle beraber ben de seviyordum. Çünkü rahmetli gelesiye kadar ayaklarıma ne giydiğimi bilmiyorum. Ancak o başa geldikten sonra ayaklarım dedem tarafından alınan cızlavat kara lastik ayakkabı ile buluştuğundaki sevincimi hala unutamam.
Rahmetli Menderes’in kendisini görmedim. Ama o kibar sesini, nezaketini her akşam dedemle beraber bataryalı radyodan dinlerdik. Kibar, nahif ve nazik bir sesiyle hâkimin sorduğu sorulara verdiği cevaplar dün gibi kulaklarımda çınlar.
Halka ve Hakk’a hizmetten başka hiçbir kusuru olmayan bu kibar insan sehpaya giderken son sözlerinden biri: “ Ülkeme on yıl başbakanlık yaptım. Bu on yılımı dalkavuklar da yazacak tarihçiler de yazacak. Ama benim milletim dalkavukların değil, tarihçilerin yazdığı tarihe inanacak“ diyerek sehpada son nefesini verdi. Rabbim gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Evet, rahmetlinin söylediği gibi bu hatırşinas millet dalkavukların yazdığı tarihe değil de tarihçilerin yazdığı tarihe inanarak ülkemizin her köşesinde, Menderes Anadolu Liseleri, Menderes Hava alanı, Menderes köprüsü gibi bir çok esere ismini verdi. Ama onun ve arkadaşlarının idamına karar verip, kalemini kıran Salim Başol’un , Altay Ömer Egesel’in ismini duyan var mı? Duyan varsa bile rahmet okuyana hiç rastladınız mı?
Neyise yazımı unutmadan sizleri bir Harbiyelinin hatırasıyla baş başa bırakayım.
“1960 ihtilalinde Harbiye’de öğrenciydik. İhtilalde başımızdaki binbaşıyla evrak tespitine götürüldük. Üzerinde başbakan Adnan Menderes yazılı levha olan kapının önündeyiz. Arkadaşın birinin omuz darbesiyle kapı açıldı. Arama yapıyoruz. Bir ara makam masasından yere bir şey düştü. Baktım bir Kur’an-ı Kerim. Tüylerim diken diken oldu. Hemen Kur’an-ı Kerimi ve dolapta gördüğüm Menderes’e ait bir kravat ile beyaz bir mendili kimseye göstermeden aldım. Arkadaşlarımdan gören olduysa da onlar da açık vermedi. Bu arada ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Sonra da Menderes’le Harbiye’de mahkûmken karşılaştım. Onun bulunduğu odanın kapısının önünde nöbetçiyim. O derece sıkıntı ve eziyet çekmiş ki bir Harbiye öğrencisini bile görür görmez önünü düğmeleyip esas duruşa geçiyordu. Nöbetçi iken ben de yanına girdim. O asil ve kibar lisanıyla bana dedi ki: “Buyurun evladım bir emriniz var mı?” O pırıl pırıl bir çehre, devamlı gülen yüz bir gül gibi solmuş; elmacık kemikleri belli olacak derecede zayıflamış, yanakları çökmüştü. Ben kendilerinden daha fazla esas duruşa geçip hüzünlü ve mahcup olarak cevap verdim. “Asla efendim! Emir değil, bir durumu size arz etmek için geldim!” “Buyurun sizi dinliyorum evladım” “ Efendim, odanızda yapılan aramada sizin bir Kur’an-ı Kerim’nizmle kravat ve mendiliniz alıp muhafaza ettim. Bunları size teslim edebilirim.” dediğimde, dudakları titredi ağlamaklı bir sesle çukurlaşmış gözlerinden damlalar akmaya başladı. Ve koskoca Başvekil Adnan Menderes boynuma sarılıp hıçkıra, hıçkıra ağlayarak dedi ki: “ Evladım aranızda böyle imanlılar da var mıydı? Onları sana hediye ediyorum. Ananın ak sütü gibi helal olsun. Yalnız sizden istirhamım, bizim evden okumam için bana bir tane Kur’an-ı Kerim getirebilir misin?” “ derhal efendim” dedim. Ve çamaşır vs arasında bir de Kur’an-ı Kerim getirdim. Gözyaşları içerisinde boynuma sarıldı ve dua etti bana.
Menderes döneminin ünlü gazetecilerden Gürbüz Azak’ın bir hatırası “ Muhalefetin İstanbul’da açılmakta olan 1959 yılında Vatan ve millet caddeleri için ‘ Ne bu rezalet! Vatan caddesine uçak mı indireceksiniz?’ diye şiddetle muhalefet gösterdiği yol yapma çalışmalarını görüntülemek üzere sabahın ayazında erken saatlerinde şantiyeye uğradım. Şantiyede 10-15 işçi kahvaltı ediyordu. Peynir ekmek, çay, zeytin bulunan sofrada öyle neşeliydiler ki… Üzerinde şantiye elbisesi olan birini hemen Tanıdım. Başvekil Adnan beydi. Bir başvekil sabahın ayazında ve yarı karanlıkta işçilerle peynir ekmekle kahvaltı yapıyordu. Hem Adnan Bey, hem işçiler o kadar mutluydulardı ki, o sofrada gördüğüm mutluluğu satırlara dökmem mümkün değil.
Vatan ve Millet Cad. Aksaray Beyazıt arası surlara paralel sahil yolu Ayasofya ve Sultanahmet, hatta yeni camii çevresi gece kondu kılıklı barakalar temizlenerek bütün cami, sebil ve abideleri muhalefetin acımasız direnişine rağmen gün yüzüne çıkardı. İstanbul gerçek çehresine Menderes zamanında kavuştu.”
Ülkemize hizmetten başka hiç bir kusuru olmayan demokrasi şehidimiz rahmetli Menderes’in her türlü sağlık muayenesi tamamlandıktan sonra idam sehpasına giderken, ada komutanı tarafından aşağılanmak amacıyla “prostat ameliyatı yapılmadı” gerekçesiyle personel önünde haya abidesi merhumun pantolunu indirilerek affedersiniz arkadan parmakla prostat muayenesi yapıştırılmıştır. Bu muayene esnasında acılar içinde göz yaşıyla inleyen merhumun inlemesi de bir taraftan teybe alınmıştır. Bu şerefsizliği yapan ve yapılmasına müsaade edenler, rahmetlinin şahsında ona kahir ekseriyetle oy veren bu milleti aşağılamışlardır. Bu alçaklığı yapanlar bu milletin genlerini taşıyanlar olamaz.
Evet, yaşım üççeyrek asrı çoktan geçti. Yirmi yedi Mayıs’tan 15 Temmuz’a kadar darbelerin hepsini gördüm. Bütün darbeler ülkemiz demokrasisinin kara lekesidir. Her darbede ülkemiz 50 yıl geri gitmiştir. Her darbe yalan ve iftiralar köpürtülerek yapılmıştır. 60 darbesinde İzmir’de öğrenci idim. Mizansen olarak İzmir – Konak’ta billboardlara cemselerin arkasına bağlanarak sürüklenen gençlerin resimleri hala gözümün önündedir. üniversite gençlerin öldürülerek asfaltlara gömülmesi, kıyma makinelerinden geçirilmesi, Amerikan askerinin arabasına parmağını değdiren bir çocuğun Amerikan askeri tarafından kurşunlanması, memleketin satılması yalanları, köpek, bebek davaları ile memlekete hizmet edenleri olmadık yalanlarla karalamaları. Arkadan merhum Demirel’i 7 defa uzaklaştırmaları, bayrak adına yapılan 12 eylül darbesinde 650.000 kişinin nezarete alınarak ülkenin açık cezaevi haline getirilerek bu sayının 230 binin yargılanarak ceza alması, 517 idam kararından 50 gencin idam edilmesi. Post modern olarak yapılan 28 Şubat ile 15 Temmuz’u sizlerin de yaşadığınıza inanarak yazımı uzatmak istemiyorum. Abdülhamit Han’dan itibaren bugüne kadar ülkemize hizmet edenlere hep aynı gerekçelerle karalamalar yapılmış ve aynı gerekçelerle iktidardan uzaklaştırılmıştır.
Her 17 Eylül bana dedemin göz yaşları ile cızlavat kara lastik ayakkabılarımı hatırlatır. Bu vesile ile Demokrasi şehitlerimiz başta Adnan Menderes olmak üzere arkadaşları müteveffa Fatin Rüştü Zorlu’ ile Hasan Polatkan ve tüm demokrasi şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Halkın sevdiğini Rabbim de severmiş. Türk halkının gönlünde taht kuran bu devlet adamlarımıza Rabbim mağfiretiyle muamele eylesin, mekânları cennet olsun. Ruhlar şad olsun AMİN www.kadirkeskin.net
Hocam Elinize, Dilinize ve gölunüze Sağlık. Bu yazıları kaleme almanız, Yeni Nesil gençlerimize bunları aktarmanız, Hele hele bildiği halde Bu merhumları karalayanlara inat savunmanız onur ve gurur verici birşeydir.Çoğunlukla yazılarını hep okuyorum ve kim Ne derse desin ben seninle gurur duyuyorum. Ömrün uzun olsun.