İnsanı başka canlılardan ayıran en büyük özelliklerden biri de, “ MERAK” dır.
İnsan kendisinin ne olduğunu, nereden gelip, nereye gittiğini ve gideceğini
merak eden tek canlıdır. Bu nedenle kendisini çeşitli değerlendirmelere(
dindar,dinsiz, deist , ateist) göre çeşitli biçimlerde sınıflıyor. Kendini bir yerlere
yerleştiriyor Ve kendisine bir de o yerden bakmayı deniyor. Ama her seferinde
yaratılış itibariyle İnsan, kendini son tahlilde edilgen bir varlık olarak belirliyor.
Geçtiğimiz yıllarda bir köşe yazarı, köşesinde “ Bu ülkede hayvanlar kadar
özgür olmak istiyorum.” diye yazmıştı. Özgürlüğe aşık bu yazarımıza elbette
hak vermemek mümkün değil. Çünkü canlılar içinde insan kadar “ Özgürlük”
tutkusu olan bir başka canlı yoktur. Ama ne var ki Hayali beyin
Cihan-ara cihan içredir arayı bilmezler / Ol mahiler ki derya içredir, deryayı
bilmezler,
( Cihanı süsleyen, bezeyen ( ve onu var eden yaratıcı) Cihanın içindedir Herkes
onu aramayı bilmez/Nitekim deniz içinde yaşayan balıklar da, denizin ne
olduğunu bilmediklerinden denizin kıymetini bilmezler ) şiirinde olduğu gibi,
habbeden kubbeye, kainatta zerreden küreye bizi ve her şeyi yaratan her şeyi
bilen, gören Rabbimiz bizi gördüğü halde, biz onu eserlerinde göremez,
bilemezsek beş delikli tokmaktaki iki göz, göz olmaktan çıkar, iki karanlık
kovuk halinde kalır. Denizlerde yaşayan balıklar da denizin kıymetini
bilemezler. Ancak denizden çıktıktan sonra solunum sıkıntısında suyun
kıymetini anlamaya başlarlar. Nitekim Covit 19 dolayısıyla yoğun bakım ve
entübeye düşüp de nefes alamayan hasta kardeşlerimiz gibi. Kocaeli ‘de
korona virüs nedeniyle iki ay hastanede yatan 70 yaşındaki Mehmet Altuntaş
kardeşimiz sağlıklı vatandaşlarımıza “70 yıldır çalışarak didinerek kazandığım
dairemi sağlıklı bir nefes karşılığında isteselerdi gözümü yummadan
imzamı atardım.” Sözleri ile yine İtalya’da ayakkabı sektörünün önde gelen
zenginlerinden 93 yaşındaki Covanni ‘nin korona tedavisi sonucu Hastaneden
çıkarken endüstriyel solunum cihazının kullanma bedelinin ödenmesi istenince,
yaşlı adam ağlamaya başladı. Doktor,fatura yüzünden ağlamamasını söyleyince;
Yaşlı adamın söyledikleri tüm doktorları ağlattı “-Ödemem gereken para
yüzünden ağlamıyorum. Tüm bunları ödeyebilirim, hatta hastanenize yüklü
miktarda bağış da yapacağım. 93 yıldır Tanrı'nın havasını soluyorum diye
ağlıyorum ve bunun bedelini 93 yıldır hiç ödemedim. Hastanenin solunum
cihazını kullandığım için 500 euro istendi. 93 yıldır Tanrı'ya ne kadar borcum
var biliyor musunuz? Bunun için... Tanrı’ya daha önce hiç teşekkür etmedim,
onun için ağlıyorum.”
Şu iki senedir Covit dolayısıyla çokça yaşanılan anılardan akılımızda kalan iki
tanesi. Ağrısız ve hastalıksız olarak havayı özgürce soluduğumuzda kimse
yaşamı ciddiye almıyor, tıpkı balıkların suyu ciddiye almadığı gibi. Denizdeki
büyük balıkla, küçük balığın suyun kıymetini suyu kaybettikten sonra anladıkları
gibi, ister fakir, ister zengin olsun, nefesin kıymetini de, sağlıklı nefes alıp
vermeyi makineye bağlandıktan sonra anladıkları gibi. Ya bir de nefes alıp
vermek para ile olsaydı? Buna dünyanın en zengini bile olsa para yetiremezdi.
İnsanın en temel yaşam kaynağı olan hava ve suyu bedava, ekmeği de bir
parmak cofret ücreti karşılığında vermektedir.
Evet, “Özgürlük” de aldığımız nefes gibi fıtratımızdan gelen en büyük bir
özlemdir. Ama bu özgürlük özlemi başıboş bırakılmamıştır. Fıtratına aykırı
olacak şeylere yasak konularak insanı zarardan korunamaya çalışılmıştır.
Cennetteki yasağı da bu yönden değerlendirmemizde yarar var. İnsana, “Yasak
ağaca” yaklaşma istidadı ile birlikte, yasakları işleme gücü de verilmiştir. Aynı
şekillerde hayvana da yemesi ve yememesi gereken şeyler de vahyedilmiştir.
Ama Hayvan yemesi gereken şeyleri yer, yenilmemesi gereken şeylere
meyletmez, hatta ne kadar yemesi için zorlasınız da yediremezsiniz. Mesela
Akdeniz bölgesinde çeşitli renklerde çiçeklerde çiçek açan, dört mevsim
yapraklarıyla yeşil kalan Zakkumu aç susuz kalan hiçbir hayvana
yediremezsiniz. Ama insana gelince; insan, yapması ve yapmaması gereken
şeylerin tümüne meyillidir. Onu, bu meylinden alıkoyansa iradesidir. Yani her
şeyi isteme ve istememe hususundaki karar verme yetisi sadece insana
verilmiştir.
Görev yaptığım okul Manisa Lisesi, ilin en kalabalık öğrencisi olan
okullarından biriydi. Kader konusunu işlenirken çoğu kez “ İrade “ konusunda
öğrencilerin çeşitli sorularına maruz kalarak onların anlayabileceği şekilde
şöyle bir soru sorardım. Çift öğretim yapılan lisemizde teneffüsler 5 dakika idi.
Çoğu kez öğrenci bir simit dahi alamadan geri dönerdi. Ve öğrencilere şöyle bir
soru sorardım. “Çocuklar beş dakika sonra zil çalacak. Kantinde en önde
sırada olmak isteyen var mı? “ dediğimde, bütün öğrenciler parmak kaldırırdı.
Ben de kendilerine “ Bakın kantin tam da şu anda ders yaptığımız sınıfın iki
kat altında. Kapıdan çıkıp, merdivenlerden inip, sıraya girmek zaman alır.
Hemen pencereden atlayın, tam da kantinin önünde kendinizi bulursunuz”
dediğimde, öğrenciler hep birden “ Ooo! Olur mu hocam! o zaman kolumuz
kanadımız kırılır kendimizi ya hastanede, ya da mezarda buluruz”
dediklerinde, ben de taşı gediğine koyardım. İşte sizi pencereden atlatmayan
iradenizdir. Dört mevsim koyu yaprağıyla yemyeşil kalan Zakkumu nasıl
hayvanlar yemiyorsa, Rabbimizin hiçbir canlıya vermediği o irade nasıl sizi
pencereden atlamadan koruduğu gibi, size zararı dokunacak ( Alkol-
uyuşturucu, kumar vs. yenilip, içilmesi gibi yapmanız ve yapmamanız ) yanlış
alışkanlıklardan koruması gerek. Korumuyorsa suç iradede değil, sizdedir.
Arabanın kabahati yoktur. Kabahat o direksiyonun başındakindedir.” derdim.
İnsan, aklı sayesinde iradesini yönlendiren tek varlıktır. Onun için aklı ve iradesi
sayesinden yemesi ve yememesi gereken şeyler insana serbest bırakılmıştır.
Seçim tamamen insana bırakılmıştır. Yanlış seçimi dolayısıyla düştüğü kötü
durumlardan dolayı suçu kimseye atmaya hakkı yoktur.
Hayvanlar ve melekler için her şey” mubahtır” Çünkü onlar ancak kendilerine
mubah olan şeyleri yapabilirler. Yapabileceklerinden başkasını yapmaya
muktedir olmadıkları için yaptıkları şeylerin tümü kendilerine mubahtır. Oysa
insan potansiyel olarak her şeyi yapabilir. Her şeyi yapmaya muktedir olduğu
için de ona “ yapmaması gerekenler” hususunda sınırlar belirlenmiştir.
İnsanın, insan olarak kalabilmesi bu sınırlara uymasıyla ortaya çıkar. Aksi
takdirde bu sınırların dışına çıktığında farkında olmadan hayvanlaşır. Hatta
hayvan derecesinde bile kalamaz daha aşağı bir varlık haline gelir. Nitekim
Rabbimiz de : A’raf 179”….. Bunların kalpleri vardır onlarla kavrayamazlar,
gözleri vardır ama onlarla göremezler, kulakları vardır ama kulakları ile
işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar İşte asıl gafil
bunlardır.” Allah’a inanmayan insan utanmaz. Utanmayan insan da
hayvanlaşır. Peygamberimiz “ Utanmayan istediğini yapsın” buyurmuştur.
Dostoyevski de “ Tanrı yoksa her şey mubahtır” der. Bu tür insanların ne
insanların yanında, ne de Rablerinin huzurunda bir itibarı olmaz.
Burada Nietzsche’nin tarihi bir sözünü de hatırlayalım. “ Önünde yayılan sürüyü
gözle: Ne dünü bilir, ne bugünü, ne de yarını. Bir o yana sıçrar, bir bu yana,
yer uyur ve geviş getirir. Yeniden sıçrar sabahtan akşama, bugünden öbür
güne, kısacık hayatında haz ve acılarıyla bağımlı, an’ın tepeciklerinde yaşar
durur. Bu yüzden de ne bir üzüntü, ne de bir bıkkınlık duyar. “ Hayvanlar,
sürekli bir unutuş içinde bulunduğundan onun dünü, bugünü ve yarını yoktur.
Hayvanlarda geçmiş ve gelecek yoktur. İleriye yönelik bir tasarı yoktur. İnsanın
ise dünü, bugünü ve yarını ( ahreti ) vardır. Her iki dünyada özgürce yaşamanın
formülü de “ aklını ve iradesini” Rabbimizin kendisini korumak için koyduğu
sınırlar içinde kullanmasına bağlıdır. www.kadirkeskin.net