Yazıma başlamadan önce, yazımın başlığını gençlere, orta yaşlı beylerle, benim gibi üççeyrek asrı çoktan geride bırakmış yaşıtlarıma da sordum. Genç eşlerle, orta yaşlı erkek eşlerden : “ Aşk, sevgi, saygı, tartışma” gibi cevaplarla, hiç birinden de umduğum cevabı alamadım. Ancak yaşıtlarımdan ise “ KISKANÇLIK” cevabını, alınca, insan hayatında tecrübenin ne kadar önemli olduğunu anladım.
Kanunlarımız, bayan kardeşlerimize pozitif ayrımcılık tanımasına rağmen gün geçmiyor ki her akşam TV. Ekranlarında bir değil, birkaç kadın cinayetini içimiz burkularak seyretmeyelim. Empati yaparak izlediğim bu cinayetlerde öldürülen genç kız benim kızım, torunum veya evli kadın benim kız kardeşim olsa ne yapardım? Düşünülmesi bile insanı çıldırtıyor. Cinayete maruz kalan bayan kardeşlerimizin anne- babalarına, kardeşlerine Rabbim sabırlar versin. Amin…
Haberlerde de belirtildiği gibi cinayetlerin altında yatan en büyük gerçek : “ KISKANÇLIK ’tır “ oysa “ KISKANÇLIĞIN AZI KARAR, ÇOĞU İSE ZARARDIR.” Şunu asla unutmayalım ki: “ KISKANÇLIĞIN ÇOĞU, KOPRA YILANIN ZEHİRİNDEN DAHA ÖLDÜRÜCÜDÜR.” Kıskançlık zehri, aile bağını darmadağın eder. Örnek mi? Buyurun:
1- 3. Napolyon , İspanyol kontu Kontes Marie İgnaci’yi Montijo’da görüp aşık olmuştu. Bu kadın İspanya’nın değil, Avrupa’nın en güzel kadınıydı. Bütün itirazlara rağmen 3. Napolyon bu kadınla evlendi. Ama etrafta dedikodular dinmedi. İspanyol kontunun kızı Fransa tahtına layık olmadığı söylenmesine rağmen 3. Napolyon’a göre bunların hiç önemi yoktu. Çünkü Napolyon İspanyol kontunun kızına delicesine aşık olmuştu.
Napolyon ve karısının eşsiz aşkını tamamlayacak her şeyleri, servetleri, şöhretleri, kudretleri, sıhhatleri, tastamam her şeyleri vardı. Ama ne yazık ki bu kutsal aşk çabuk soğudu Napolyon Marie’yeyi imparatoriçe yapmasına rağmen ne taht, ne saltanat ne de aşkı onu bir kıskanç kadın olmaktan alıkoymadı. Şüphe ve kıskançlık günden güne içini kemirmeye başladı. Kocasını dinlememeye, devlet işleri görülürken kapıyı tekmeleyip içeri girmeler, yapılan toplantıları basmalar, başka kadınlarla buluşacağı korkusu ile daima Napolyon’un peşinde dolaşırdı..
Marieye sık sık kız kardeşinin yanına gider, ona şikayet eder, kız kardeşi konuyu yatıştıracağı yerde, o da ateşi körükleyince Marieye iyice zıvanadan çıktı. Çünkü kobra yılanının zehrinden daha acı olan kıskançlık zehri günden güne Marieye’yi zehirlemeye başlamıştı. Günün devlet işlerinden bunalan Napolyon sarayda hanımın yanında huzuru bulacağı halde daha huzursuz olmaya başladı ve o da günden güne Avrupa’nın bu güzel kadınından kıskançlığı yüzünden tiksinmeye başladı. Ve huzuru saray dışında aramaya başladı. Bunun üzerine Napolyon geceleri sarayın arka küçük kapısından çıkarak, yanında yakın bir dostu olduğu halde kendisini bekleyen hayat kadınına gider, Marieye ile bulamadığı huzuru ve mutluluğu burada bulmaya başladı. Hatta bunun ötesinde bir imparatorun gidemeyeceği Paris’in arka sokaklarında dolaşıp ve kendini avutmaya çalışırdı.
Marieye, gerçekten Fransa tahtında oturuyordu, Avrupa’nın en güzel kadınıydı, Fakat ne saltanat, ne güzellik kıskançlığın zehirli dumanları içinde kalan aşkı yaşatmaya yeterli olmamıştı. Sonunda her şeyi anlayan Marieye sarayın salonlarında saçını başını yolarak “ EYVAH KORKTUĞUM BAŞIMA GELDİ.” diyerek “çığlık sesleri sarayın salonlarını çınlatarak çıldırmak zorunda kalmıştır. Bayanlar şunu iyi bilmelidirler: “ Şeytanların eşler arasında sevgiyi öldürmek için kullandıkları en etkili silah “ KISKANÇLIKTIR.”
2- Ünlü Rus yazarı Kont Leo Tolstay’un karısı da bunu pek geç keşfedenlerden biridir. Eserleriyle dünya edebiyatına damgasını vuran Tolstoy, karısı Sofya’ya delice aşık olur. Her ikisi de şatafat ve gösterişe düşkün olmadıkları için sade bir törenle evlenirler. Gayet mutlu bir çift olarak gösterişten uzak yaşantılarına devam ederler. Ama ne zaman ki Tolstoy eserleriyle meşhur olunca eve para girmeye başlar. Giren para ile Tolstoy’un şöhreti de bay ve bayan okurları arasında günden güne artar. Refah seviyesi yükselen ailede, Sofya eve girenle yetinmez, daha fazlasını istemenin yanında bayan okurlarından da kıskançlık histerisine yakalanır. Sofya Tolstoy, paraya ve lüks hayata düşkünlüğünü, kıskançlığını o kadar ileri götürdü ki, Tolstoy’un eserlerinden telif ücretini de kendisinin almasını ve daha yüksek olmasını istiyordu ve bu konuda sürekli Tolstoy’u huzursuz ediyordu..
Önceleri çok mutlu olan Tolstoy çifti, eşi Sofya’nın tamahkârlığı ve kıskançlığı yüzünden soğumaya başladı. Sofya’nın aşırı lüks, para tamahı ve kıskançlığı Tolstoy’u çok sevdiği hanımından soğuttu.
Karısının paraya ve lüks hayata düşkünlüğünden, hele kıskançlığından nefret ederek maddi hayattan kendini soyutlayarak, hatta Hz. İsa’ya özenerek tahta kaptan, tahta kaşıkla yemeğini yiyerek mistik hayat yaşamaya başladı. Zamanla âşık olarak sevdiği karısıyla yaşamak değil, görmeye bile tahammül edemez hale geldi. Bu durumu sezen Sofya kocasının önünde diz çöküp yalvarması dahi artık kar etmedi. Neden? Çünkü eşler en çok birbirlerini severler, en çok da birbirlerinden nefret ederlermiş. Nefret etmeseler zamanla birbirini görmeden, birbirinin sesini duymadan yapamadığı insana acımadan nasıl sayısız bıçak saplar, ve tetik çeker.
Yazar 1910 yılının lapa lapa kar yağdığı bir kış gecesinde evinden çıkarak nereye gittiğini bilmeden yürümeye başladı. Evi terk edişinden 11 gün sonra bir tiren istasyonunda zatürreden donarak öldü. Eşinin ölümünü duyan Sofya: “Şimdi anlıyorum ben çok akılsız bir kadınmışım” diyerek, kızlarının dizine kapanarak hüngür hüngür ağlamıştır.
3-Abraham Lincoln’un hayatının en acıklı dramı da evliliğiydi. Eşi Mary Told olduğundan fazla kıskanç bir kadınmış. Kıskançlığı o kadar budalaca, o kadar çılgınca imiş ki aradan yetmiş yıl geçmesine rağmen eşini adeta bir hafiye takip edermiş. Bu yüzden evde sürekli huzursuzluk çıkarır eşine bağırır çağırırmış. Öyle ki eşine olan hakaretleri sokaktan dahi duyulurmuş. Bu hakaretlere dayanamayan Lincoln evini terk ederek köy otellerinde geçirdiği sefil hayatı evindeki huzursuzluğa tercih eder hale gelmiş. Bunu hazmedemeyen Bayan Toyd akıl hastanesine yatırılarak ahir ömrünü hastanede geçirmek zorunda kalmıştır.
4- Aziz Atamız da Latife Hanımın kıskançlığına ve dırdırına ancak iki buçuk yıl tahammül edebilmiştir. Boşandıktan sonra “ Latife, kafamda küflü bir çivi idi. Çıkardım attım rahatladım.” Derken ülkeler idare eden savaşlarda ordulara komuta eden insanlar maalesef kadınların kıskançlıklarına, kaprislerine ve dırdırlarına mağlup olmuşlardır.
Genelde erkekler veya kadınlar çoğu kez severek, âşık olarak kurdukları yuvalarının mezarını, lüzumsuz kıskançlıklarıyla Şeytanın kazması ile kendileri kazmaktadırlar. Hadislerde de belirtildiği gibi “ Yüce Allah’a en sevimsiz gelen meşru işlerden biri boşanmadır” Ebu Davut. (D 2178) Şeytana da en sevimli gele iş de boşanmalar ve arkada boynu bükük bırakılan parçalanmış aile çocuklarıdır. Birbirlerine aşık olarak evlenen eşler lüzumsuz kapris ve kıskançlıklar yüzünden şeytanın “ Kıskançlık silahı” ile birbirini öldürüp, şeytanın kazması ile birbirlerini mezara gömerlerken arkalarında acı , ağıt ve göz yaşı bırakacaklarını unutmasınlar.www.kadirkeskin.net
Çok güzel olmuş emeğinize yüreğinize sağlık hocam.????