“ Hayat Boyu Kazandığımız Para ile Bir saniye Hayat Satın Alamıyoruz.”
Bir bahar mevsimi yaşı ilerlemiş zengin adam kuş sütü eksik sarayının bahçesinde meyve ağaçları ve birbirinden güzel rengârenk çiçekler arasında dolaşırken, beynindeki habis tümör nedeniyle dizlerindeki dermanın azaldığını, duyu organlarının da günden güne ferini alıp zayıfladığını düşününce başı döndü, adımını atamaz hale gelince de hemen yakınındaki banka oturdu. İçindeki korku, ölümün kamçıladığı bedenin üstünde adeta akbaba gibi başının üstünde süzüldüğünü düşünerek, etrafı usta eller tarafından renkli mermerlerle gözleri kamaştıran sarayına baktı, bir de sarayın bahçesindeki meyve ağaçların yanında, enfes rayihaları ile burnunun direğini sızlatan güllerin, çiçeklerin renklerine baktı. Bankta oturduğu sürece kah bir sevdalının hayalinden akan düşünceler gibi bahçedeki heykellerin ağızlarından akan suyu, kah genç bir kızın yanağındaki ben gibi bir tepeye kurulmuş sarayını sanki bir daha göremeyecekmiş gibi seyre koyuldu.
Geriye dönük hatıraları eşlik etti, bir zamanların zengin, mağrur ve itibarlı adamına. Geçmiş günlerin hayatının romanında yazmış olduğu sayfaları okumaya başladı. İşlediği iyilikler, kötülükler, sevaplar, günahlar tümörlü beyninde bir bir canlandı. Hesabını, kitabını yaptı. Ömür sermayesi, sarayda çalıştırıp ücretini eksik ödediği işçilerin ve ustaların çaresiz kindar bakışlarıyla, iş hayatındaki kurnazlıkları parasına ve itibarına güvenerek aldattığı bayanların gözyaşları, gözlerinin önünde canlandı. Kısacası Allah’ın ve insanların hoşlanmadığı yanlış amellerle doluydu ömür çuvalı. Yazdığı hayat romanın sahifeleri ilişkide bulunduğu insanların acı ve ıstırapları konuşturdu zengin adamı. “ Dün şu tepelerde koyunlarımı, atlarımı otlatırken hayattan memnundum. Ve neşemle haykırarak şarkılar söylüyordum. Bugün ise aç gözlülüğün esiriyim. Para, beni paraya, sonra işe - güce, sonunda da ezici bir acıya götürdü.
Şen şakrak öten bir kuş, çiçekten çiçeğe konan bir kelebektim. Otların üstünde yürürken, kırların üstünde esen meltemden de hafifti adımlarım. Toplumun alışkanlıklarının mahkûmu olmuştum. Giydiklerimde, yediklerimde ve yaptığım her şeyde insanları ve onları memnun etmek için yapmacık davranıyordum. Varoluşun zevklerini tutmak için doğmuş olsaydım keşke, ama bugün kendimi, paranın egemenliği altında, kaygının yollarına düşmüş, sırtındaki altın çuvallarının altında ezilen bir deve gibi görüyorum kendimi.
Nerde o sağlıklı günlerim, nerede o dostlarla gülüp oynadığım ,yiyip içtiğim o güzel günler!... Dün dostlarımla dünyanın en güzel en konforlu turistik otellerinde tatil yapıp, dostlarımla bir ceylan sürüsü gibi ormanlarda ağaçlar arasında dolaşırken, bugün vahşi hayvanların arasında bir koyun gibiyim. Ne zaman sokağa çıksam nefret dolu bakışlar üzerime perçinleniyor, parmaklar kıskançlıkla beni işaret ediyor. Parklara gitsem sadece surat asanlar ve büyüklük taslayanlarla karşılaşıyorum. Dün bana sağlıklı hayat, doğanın güzelliği bağışlanmıştı. Bugün ise bunları çaldılar benden. Dün mutluluğumla zengindim, bugün paramla yoksulum. Paranın ruhumun gözünü kör edeceğini, onu cehalet mağaralarına sürükleyeceğini ve insanların şan, şöhret dedikleri şeyin aslında cehennem ateşinden başka bir şey olmadığını bilmiyordum veya bilmek istemiyordum.”
İçini bunaltan yoğun düşüncelerle oturduğu yerden kalkan zengin, yaşlı ve hasta adam yavaşça sarayın kapısına doğru yürürken göğsünü dolduran bir iç çekişle şöyle dedi: “ Para bu mudur aslında? O put Tanrı, ben de onun kölesiyim. Hayat pahasına satın aldığımız, ama karşılığında bir saniye satın alamadığımız hayat. Kim bütün hazinelerimin karşılığında güzelliği gören bir göz verebilir bana?” Bu düşüncelerle sarayın kapısının tokmağını tuttuğunda yoksul bir adam dikildi karşısına. Ve dilenmek için elini uzattı. Dilenciye bakarken dudaklarının gevşediğini, yüzünün gülümsediğini, gözlerinin iyilikten ışıdığını hissetti. Ağlayıp yakındığı geçmiş hayat çuvalına bir iyilik damlası koyma fırsatı doğmuştu. Zengin adam sevgi ve kardeşlik duygularıyla kucakladı yoksul adamı. Ellerini okşadı, cebine de yeteri kadar akçe koydu. Sonra da iyilik akan sesiyle: “ Şimdilik bunu al kardeşim, yarın arkadaşların varsa onlarla gel. Onlara da yardım edelim.” Dilenci, yağmurlu bir havanın arkasından solmuş bir çiçeğin gülümsemesine benzer bir gülümsemeyle sevinçle seğirterek uzaklaştı.
Zengin adamın içinde tarif edemeyeceği bir ferahlık ve serinlik oluştu. Sevinçle kendi kendine söylenerek sarayına girerken “ Şu hayatta her şey iyi, para bile.
“PARA, SAKLAYANI HAYATTA İKEN ÖLDÜRÜR, ARMAĞAN EDEN KİMSEYE DE HAYAT VERİR.”
Bu hikâyeyi yüce peygamberimizin paha biçilmez hadisiyle taçlandıralım. Sahabeleri sorar: “ Yaresülellah İyilik – kötülük, sevap-günah nedir?” Cevap müthiş: “ İşlediğinizde içinizde ferahlık uyandıran işler iyilik ve sevaptır. İşlediğinizde içinizde sıkıntı uyandıran işler de kötülük ve günahtır.”
Sonuç bu güzel sözlerle kulağımızın pasını silerken, kalbimizi de ferahlanadurmak için bu mübarek ay biterken İslam’ın şartından biri olan zekâtla garipleri gülümsetelim, içimizi de ferahlatalım.
Yeni Ramazanlara kavuşmak duasıyla….
www.kadirkeskin.net
.