“Ne istersen al, Ama Ne Olur Bırak Beni.”
Gecenin dinginliğinde, Rabb’ın buyruğu üzerine, Ölüm, gelip uyuyan kentin üzerine indi ve kentin en ulu mabedinin en yüksek minaresinin âlemine kondu. Işık saçan gözleriyle evlerin duvarlarını delip, düşlerin kanatları üstünde uçuşan ruhları ve uykunun esir aldığı vücutları seyretti.
Ay batıp ortadan kaybolduğunda, şehir karanlık altında kalınca Ölüm, zengin ve nüfuzlu bir adamın sarayına varıncaya kadar, evlerin ortasından sessizce süzüldü. Bir engelle karşılaşmadan zengin adamın sarayına girdi ve adamın yatağının başucunda durdu. Alnına dokununca adam korkuyla uyandı. Karşısına dikilmiş Ölüm’ün hayaletini görünce, öfkeden ve korkudan büyüyen bir sesle çığlık atmaya başladı: ”Defol git! Başımdan hayırsız hayalet! Nasıl girdin buraya, kapıp, kaçıracak ne arıyorsun? Çekil git, bu evin efendisi benim! Çık! yoksa uşaklarımı ve nöbetçilerimi çağırırım, parçalarlar seni.
O zaman Ölüm, gök gürültüsünü andıran bir sesle, “ Ben ölüm meleği Azrail’im” dedi. “ Dikkat et” Güç ve kudret sahibi adam karşı çıktı. “ Ne istiyorsun benden? Daha yapılacak çok işlerim varken niye beni seçtin? Benim gibi kudretlilerin yanında ne arıyorsun? Git, zayıfları bul. Senin sivri pençelerini ve yılankavi saçlarını görmekten, korkunç kanatlarından korkuyorum.”
Can sıkıcı bir sessizlikten sonra, yeniden söze başladı. “ Hayır, hayır ey Ölüm Meleği! Merhamet edin bana!” dedi. “ Sana söylediklerime kulak asma sen. Bir miktar altınımı al, ya da uşaklarımın arasından istediklerini seç al, yalnız ne olur beni bırak. Hayatta daha çok yapılacak işlerim var. İnsanların hala ödemedikleri borçları var bana. Denizlerde dalgalarla boğuşan yüklü gemilerim sağ salim limana dönmediler. Henüz daha boy vermemiş ürünüm var, toprakların altında. Ne istiyorsan al da, bırak beni. Gün gibi güzel cariyelerim var. İstediğini al aralarından. Dinle ey ölüm, umutlarımın kilit taşı biricik oğlum var. Onu da al. Ne istersen al, ama ne olur bırak beni.”
Ölüm Meleği Azrail, dünya hayatının kölesi olan adamın ağzına elini koydu. Sonra bedene canlılık veren emaneti (ruhunu) aldı ve asli mekânına tevdi etti.
Evet, okuduğunuz bu hikâye, benim başıma gelmez diyebilecek var mı aramızda?
Bu hikâye hepimizin yaşayacağı gerçek bir sondur. O gün geldiğinde dünyaya ait verebileceğimiz ve ileri süreceğimiz hiçbir mazeret kabul görmeyecektir. Tıpkı geri dönüşü olmayan ahirette de olduğu gibi. Rabbimiz Meariç suresi ayet 10-14 de:” ( o gün ) Hiçbir dost da, dostunu soramaz. Birbirlerine gösterileceklerdir. O suçlu kişi, o günün azabından (kurtulmak için ) oğlunu,( çocuğunu) hanımını ( eşini) kardeşini, kendisini koruyup barındıran yakınlarını ve yeryüzünde kim varsa hepsini ( azaptan) kurtarması için fidye vermek isteyecektir.”
Indellah’da bu yalvarmalar kabul görmeyince: Abese 34/41:”O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuğundan kaçar. Çünkü o gün, her kişinin kendisine yetecek bir işi olacaktır. O gün bazı yüzler aydınlıktır. Onlar güler, yaptığımız ibadetler verilen müjdeye sevinir. O gün bazı yüzlerde de toz ( hüzün) vardır. Onları adeta karanlık kaplamıştır.”
Rabbimiz her iki dünyada bizleri, dostlarımızla birlikte yüzü ak olan kullarından eylemesi duasıyla, tüm okurlarımın idrak edecekleri Kadir gecesi ile akabinde sevdiklerimizle birlikte kutlayacağımız Ramazan bayramlarını tebrik eder, daha nice kadir geceleri ile Ramazan bayramlarına kavuşmak dileğiyle selam ve saygılarımı sunarım.
www.kadirkeskin.net