Zamanın Eskittikleri ve Eskitemedikleri
Çoğu kez eş dost sohbetlerinde dikkatimizi çeken “ Bizim zamanımızda böyle miydi? Zaman çok değişti.” Türlü konuşmalara şahit oluyoruz. Evet, zaman çok değişti. Hele üç çeyrek asrı geride bırakan benim kuşak, bu değişikleri ve zamanın eskittiklerini en iyi müşahede eden bir kuşaktır. Köyümüze ilk gramofon girdiğinde “ Ah meşeler gövermiş varsın güvesin” türküsünü bütün köy çocukları olarak gramofonu köy odasının önünde toplanarak dinlemiştik. Gramofonu görünce çocuk aklıyla koskoca insan bu kutunun içine nasıl sığdı? diye, hep merak etmişimdir.
Çok geçmeden arkadan bataryalı radyo çıktı. Rahmetli babama kardeşlerimle “ Radyo almasını söylediğimizde, babam (TV. biliyor muydu bilmiyorum.) “ O türküyü söyleyenlerin kendisi de görüneceği kutular çıkacak. O kutular çıksın ben size o kutudan çalacağım” dediğinde, kardeşlerimle çok sevindik. Hatta evlerinde radyo olan arkadaşlarımız: “ Bizim radyomuz var.” dediklerinde, ben de : “ Babam bize o türkü söyleyenlerin de görüneceği türkü kutusundan alacak.” diye gururlanırdım.
Lafı uzatmayayım. 1971 yılında Tuzla’da Yed. Subay askerken kantinde oturuken arkadaşlarıyla sohbet esnasında bir arkadaş: “Ben TV. Buzdolabı olan bir evde doğdum.” deyince bu sesi duyan ben dahil, herkes boynunu çevirerek bu arkadaşa baktık.” Sonra bu arkadaşın Kanada Ottowa elçisinin çocuğu olduğunu öğrendik. Hele Özal’la başlayan dönemden sonra bugüne kadar beyaz eşyalar da birbirini eskiterek en yenileri her eve girdi. Arkasından herkesin her an ulaşabileceği bilgilere ve görüntülere ulaşabileceği el kadar telefonla dünyayı cebimizde taşır hale geldik. Kısacası Dijital bir dünyada yaşıyoruz. Herhalde geçmişte yaşanan çağlara bir çağ daha eklenecek. Bu çağın ismi de muhtemelen “ Dijtal Çağ” olacak.
“ Zaman çok değişti” derken, zamanın değiştiremediği, eskitemediği ortadan kaldıramadığı gerçekler de var. Mesela asırlar geçmiştir ama “ Benim malım, benim makamım, benim şöhretim, Ben yarattım, ben yaptım, sizin efendiniz benim, hatta Nemrut ve Firavun gibi “ Ben sizin İlahınız değil miyim?” diyen insanın şeytandan esinlenen kibir ve gururunu değiştiremedi, Yaşlanmayı durduramadı, ölümcül hastalıkları önleyemedi, kısacası ölümü önleyemedi. Milyarlarca ölenden hiç biri dönmedi, zaman hiç birini de geri getiremedi. İhtiyarlığa, kabre ve ahirete giden yolculuk, geçen bin değil binlerce yıllara rağmen durmamış ve hiç mola vermemiş, yavaşlamamış, aksine hızlanmıştır. İnsan bedeninin dayanaklığı 90 yaşına kadarmış, Doksandan sonra yaşasa da bir işe yaramıyor. Ve şu anda anasından doğmakta olan bebekler bile yüz yıl sonra hiç biri bu dünyada olmayacak. Ama hepimiz, ölüm eşe dosta gelecek de sanki bize gelmeyecek düşüncesiyle yaşıyoruz
Asırlar geçmesine rağmen insanın zayıflığı hiç değişmemiştir. Eski çağlarda sorunlar karşısında güçsüz olan insanoğlu, içinde yaşadığımız dijital çağda da güçsüzlüğü devam etmektedir. Günümüz insanın ihtiyaçları azalmadığı gibi daha da artmıştır. İnsanlar eskiden aza muhtaçken, şimdi çoğa muhtaç. Eskiden insanlar fakirdi. Çağımızın insanı ise çok daha fakir. İhtiyaç duyulan şeyler imkânlardan daha hızlı çoğalmıştır. Eski çağlarda üç beş eşyayla hayatını rahatlıkla ikame eden insan, şimdi ise yüzlerce eşyaya sahip olduğunda bile, binlerce eşyaya ihtiyaç duyduğu ve alamadığı için mutsuzdur. Şükür ve hazine olan kanaat unutulmuştur. Çünkü günümüzün insanı hiç arkasına değil, hep kendinden yukarı bakmaktadır. Maalesef bu duygu çocuklarımıza kadar intikal etmiştir.
Gaflete dalan, dünya işlerinde boğulan, iş güç derdiyle aldanan” tek ben miyim? Ben de herkes gibiyim. Herkes mi yanlış yapıyor? Bunca insan ille de cehenneme gidecekse, benim de onlarla gitmemde ne mahzur var? Ne de olsa acılar paylaşıldıkça azalır. ”diye şaka yollu mazeret beyan edenlere de rastlıyoruz.
Oysa “ HERKES”” insana ancak kabre kadar eşlik edebilir. Üzerine toprak yığıldıktan sonra artık “ Herkes” diye bir kavram ve kelime yoktur. Musibetin birlikte çekilmesindeki hafifletici hal, yalnızca dünyada geçerlidir. Dünyadaki acılar, aynı acıyı çeken insan sayısının fazlalığıyla orantılı olarak hafifler, doğrudur. Ama bu hal toprak altına girdikten sonra geçersizdir. “ HERKES” diye bir kavram yoktur. Orada bireysellik vardır.
Allah tekrarını nasip etmesin 6 Şubat 1923 yılında ülkemizin 11 ilinde çok büyük deprem oldu. Ben dâhil milyonlarca insan deprem illerini gidip görmedik. Ama arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan gelen deprem haberlerine inandık. Hz. Adem’den, peygamberimize kadar her gelen peygamber de zamanın eskitemediği ve ortadan kaldıramadığı ölümden sonra da acıların ve sevinçlerin eşimizle, dostumuzla paylaşamayacağımız bir hayatın var olduğunu , “ HERKES” in yerine bireyselliğin “ O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından (herkesten) kaçar. Çünkü o gün her kişinin kendisine yetecek bir (derdi) işi olacaktır. O gün bazı yüzler aydınlıktır.( Onlar) güler, müjdeye sevinir, O gün bazı yüzler de aydınlıktır. O gün bazı yüzlerde toz ( hüzün) vardır. Onları adeta karanlık kaplamıştır. İşte onlar evet onlar, kâfirlerdir,( doğru yoldan) sapanlardır. ( Abese:34/42) .yaşanacağını buyuruyor Rabbimiz.
Bütün peygamberlerin söylediği, arkalarında bıraktıkları kutsal sahifelerle, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu haberleri gözardı ederek, hayatımızı dünyada herkese göre programlarsak, herkesin kendi hesabını kendi vereceği, bireyselliğin yaşanacağı öbür dünyada, yüzümüzün hüzünle kararmasına mazeret bulamayız.
Yazımı bir çocukluk hatıramla özetleyeyim. Arkadaşlarımla bir hatadan dolayı Merhum dedem “ Neden yaptın?” diye sorduğunda, ben de “ Herkes yapıyor dede“ cevabını verince, köyümüzün Âlimi değil Arifi merhum İbrahim Çavuş dedemin ikazı hala kulaklarımda çınlamaktadır. “ Herkes (B……K) yiyorsa senin de yemene gerek var mı?
www.kadirkeskin.net