Son zamanlarda asker, jandarma ve polis eşlerinden topuk kanı baskısı ile ilgili çok sayıda avukatlık talebi ve danışma isteği alıyorum, bu polis-jandarma-asker aileleri uğradıkları baskıdan dolayı oldukça sıkıntı içinde. Bu aileler memuriyetleri-görevleri sebebi ile seslerini de çıkartamıyorlar. Bu baskılar sebebi ile aile içi sıkıntılar yaşandığını, lohusalık döneminde annenin depresyon geçirdiğini, sütünün kesildiğini duymak benim için rutin hale geldi, bu yaşananlar artık benimde psikolojimi kötü etkiliyor. (EK-1)
İşte bu topuk kanı baskılarını yaşayanlardan bir tanesi de eşi Suriye de asker olarak görev yapan M.G. hanımefendi idi, eşi Suriye de vatan için canını ortaya koyarken bu kadıncağız bana ağlayarak şunları anlattı:
“Hastanede sezaryen ile doğumum gerçekleşti daha sonrasında hemşireler gelip topuk kanı alacaklarını söylediler, kabul etmediğim için hemşirenin biri kızdı “Nedir sizin bu topuk kanı alınmasına karşıtlığınız vs.” diyerek bana bağırdı.
Bende, “Bu benim yasal hakkım topuktan kan vermek istemiyorum, bebeğimin elinin üstünü delmişsiniz zaten, oradan alsaydınız, ne farkı var, aynı kan değil mi?” dedim.
“El üstünden alamayız, prosedür bu şekilde…” diyerek kabul etmediler, yani illa topuk delecekler…
Benim doğumum ani geliştiği için eşim hala Suriye de operasyondaydı, Türkiye ye gelmeye çalışıyordu. Ben 3 çocuğumla hastanede yalnızdım. Doğumunun ikinci günü hastaneden taburcu oldum. Eşim ancak taburcu olduğum gün gelebildi.
Evime gittim ama bu seferde sürekli Aile Sağlığı Merkezinden aranmaya başladılar, “Topuk kanı vermeniz lazım yoksa sizi şikâyet edeceğiz, sizi uğraştırırız vs.” diyerek beni tehdit ettiler, bende ısrarla “ Topuk kanı vermeyeceğimi” söyleyince “O zaman evrakları imzalamanız lazım…” dediler.
“Ben ameliyatlıyım gelemem” deyince, “O zaman biz geliriz” dediler, adresime gelip bana bir sürü evrak imzalattılar. O kadar çok evrak vardı ki ağrılarım olduğu için daha fazla okuyamadım ve hepsini imzaladım. “Bu evrakların amacı nedir” diye sorunca da; “Sizi bilinçlendirmek için” cevabını verdiler. Bundan iki hafta sonra mahkeme evrakı elime geçti, meğer bana imzalatılan evraklar dava açmak için bir hazırlıkmış. Yaralarım iyileşmeden adliyeye 3 çocuğum ile birlikte gitmek zorunda kaldım. Merdivenleri çıkmak benim için işkence gibiydi, yürürken ameliyat yaralarım ağrıyordum, yaşadığım stersi anlatamıyorum bile.
Dilekçemi verdikten 2 hafta sonra eve tekrar bir belge geldi ve çocuğuma sağlık tedbiri konduğunu öğrendim. Üzüntüden sütüm azaldı stresim çocuğuma geçmiş olsa gerek ki çocuğum daha huysuz olmaya başladı. Tabi tüm bunlar olurken babalık izni bittiği için eşim Suriye ye dönmüştü. Beni en çok üzen ve korkularımı katlayan şey, desteğine en çok ihtiyaç duyduğum sırada eşimin yanımda olamayışıydı, eşim Suriye de üzülüyordu, ben de Türkiye de.
Bundan sonra iki defa Aile Sağlığı Merkezini değiştirdim, ama sürekli Aile Sağlığı Merkezi tarafından aranıp rahatsız edildim. Sürekli ve Korku ve endişe içinde yaşadım, her an kapının çalınıp bunların karşıma dikileceği ve çocuğumu elimden alacakları endişesi ile yaşadım, çocuk doğalı 12 ay olmasına rağmen hala beni arayıp duruyorlar ve hala stres içindeyim…”
------------------
Doğumdan 6 aydan sonra testlerin yararsız olduğu Sağlık Bakanlığınca kabul edilmesine rağmen 12 aylık olmuş ve hiçbir sağlık problemi olmayan çocuğa test yapmak için aileye yapılan bu baskının çocuğun üstün yararı için olmadığı, bu testleri yapmakta birilerinin çıkarı olduğu çok açık. İşkenceye dönüşen bu baskılardan en çok zarar gören ise kadın ve çocuklar olmasına karşın “konu topuk kanı ve aşı olunca” 6284 Sayılı yasa nedense hiç hatırlanmıyor. “Ya çocukta bu nadir hastalıklar çıkarsa…” diyerek manipülasyon yapılırken, “Ya testler ve yanlış tedaviler ile çocuklar zarar görürse…” diye sormak kimsenin aklına gelmiyor.
Yukarıda bahsettiğim ailenin gördüğü baskı ve çektiği sıkıntı şahit olduklarımın en hafiflerinden birisi; kolluk görevlilerinin diğer kolluk görevlilerinin kapısına dayanması, eşi evde yokken lohusa annenin kapısının yumruklanması, ailenin jandarma-polis karakolunca aranıp; “Topuk kanı vermemişsiniz, karakola gelmeniz lazım, gelmezseniz ekip arabası ile sizi alırız…” diye tehdit edilmesi vs. bende daha ne hikâyeler var. Bu hikâyeleri dinledikçe “Acaba birileri bu Milleti, Devletine düşman etmek mi istiyor” diye düşünmeden edemiyorum.
Gerçi kolluk güçleri ile konuşup “Topuk kanının asıl amacını ve hukuki mahiyetini” anlattığımızda geri adım atıyorlar ve en azından “Aileyi bulamadık” diyerek (Genellikle İl Sağlık Müdürlüğünden) kendilerine gelen evrakı geri gönderiyorlar, ama avukat olarak her karakola ulaşıp derdimizi anlatmamız mümkün değil. Gerçek şu ki birileri kendi çıkar ve gizli amaçlarını yerine getirirken “Bizi bize karşı” kullanıyor.
Pekiyi zülüm noktasına gelen (hukuki ve tıbbi temellerden yoksun) bu baskılar bize neden yapılıyor?
SAĞLIK SİSTEMİ ÖZELLEŞMİŞTİR, BU SİSTEM DIŞARIDAN YÖNETİLEN KÂR ODAKLI BİR SİSTEMDİR.
Benim gözlemime göre topuk kanı reddi yapan aileler bedava test hizmetine karşı değiller, sadece “Çocuk doğar doğmaz ve topuktan kan alınmasına” karşılar, topuktan kan alınmasının çocuk için zararlı olduğu söyleyen Prof. Dr. Alişan Yıldıran, Doç. Dr. Cüneyt Konuralp gibi doktorlar da var (EK-2). Doç. Dr. Cüneyt Konuralp’in (Bağışıklığın arka bahçesi 2) kitabında yazdığı üzere bu testler idrar örneği ile de yapılabiliyor. (EK-3 ). Aslında çocuk doğduktan bir süre sonra el sırtından vs. kan istense belki de bu tepkiler oluşmayacaktı. Topuktan alınan kanın ise vücudun diğer bölgelerinden alınan kandan hiç bir farkı yok, amaç iltihaplı-kanserli bir bölgedeki kanı analiz etmek değil, ancak buna rağmen topuktan kan alma inadı devam ediyor, bu da bana Yahudilerin kutsal kitabı Talmud da ki; “Sende onların topuklarını yaracaksın” ayetini hatırlatıyor.
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki (İçinde çok kıymetli sağlıkçı ve doktorlar olmasına karşın) günümüz sağlık sistemi devletler tarafından yönetilen bir sistem değildir, biz daha sağlıklı olalım diye kurulmuş bir sistem de değildir, bu Dünyanın en büyük ve en kârlı işidir ve Global merkezlerce (daha açık bir tanım ile) İsrail’i de destekleyen “Siyonist Tıp Kartellerince” yönetilir. Halk bu durumu idrak edemese de gününüz teknolojisi de kullanılarak Dünya da ki sağlık sistemi bir köyü yönetir gibi yönetilmektedir.
Bu sistem “Hasta et, müşteri et” düsturu ile çalışır. Kol kırığı, yara dikilmesi gibi acil servis hizmetleri ve bazı cerrahi müdahaleler dışında amaç hastalığı tamamen iyileştirmek değildir, hastalık belirtilerinin (Sepmtomlarının) baskılanmasıdır, böylece bir süre kendinizi iyi hissedersiniz ama hastalığınız daha da derinleşir ve bol bol kullandığınız ilaçların yan etkileri de yeni hastalıklara sebebiyet verir, tabi onlar içinde ilaç kullanmak zorunda kalırsınız, böylece sağlığınız hızla yokuş aşağı giderken sağlık sektörünün de kazancı katlanır, özellikle kanser, kronik ve genetik (olduğu iddia edilen) hastalıklar bu sistemin ana geçim kaynağıdır.
Günümüzde hasta insan ve çocuk sayısı gittikçe artmaktadır, elbette tıp kartelleri ellerindeki bilgi birikimi ile hasta/engelli insan sayısını yok denecek kadar azaltabilirlerdi, ama bunu gerçekten isterler mi? Eğer bunu yaparlarsa bir sürü sağlık çalışanı işsiz kalır ve para akışı ile sağladıkları gücü-kontrolü de kaybederler. Pekiyi son zamanlarda niye vites değiştirip, hızı arttırdılar, neden freni patlamış kamyon gibi üzerimize geliyorlar, nereden çıktı bu birden “aşı ve topuk kanına özel” çocuklarımızı üstün yararını ailesinden çok düşünme işi? Türkiye de sağlık hizmeti çocuklar için bedava mı? Çocukların topuk kanı ile taranan bu 6 hastalıktan başka derdi, hastalığı yok mu? Ya kötü beslenen, çöp toplayan, dilendirilen çocuklar?
BİRİNCİ SEBEP
Covit-19 süreci ciddi bir uyanışa sebebiyet verdi ve insanlar artık sağlık sistemine (Özellikle konu çocukları olduğunda) güvenmiyorlar, bu yüzden de çocukluk aşılarında büyük bir azalma var, bu da Sağlık Sektörünün potansiyel müşterilerinin de büyük oranda azalacağı anlamına geliyor ve bu da onları korkutuyor. Aşı satışı da ciddi bir kazanç kapısı, ama asıl sıkıntıları aşı olmayan çocukların (daha sağlıklı olmasının) kötü örnek teşkil etmesi ve aşısız çocukların çok daha az sağlık sistemine ihtiyaç duyması, işte artık halkta oluşan bu güven eksikliği baskı ve korku yolu ile kapatılmak isteniyor. Yani bir koyun-inek sürüsünü güder gibi bizi Aile Sağlığı Merkezlerine yeni yapılan hastanelere doğru sürüyorlar, hooo hooo! Brüşşş Brüşş…
Bu yüzden Covit-19 döneminde (çok toz kaldıran) aşı baskısını şimdilik hafiflettiler ve onun yerine çok daha kullanışlı bir şeyi devreye soktular; “Sağlıklı Çocuklara (İki Prosedür icadı ile) zorla test yapmak ve erken teşhis ile hasta ilan edip tedavi-ilaç satmak! Tabi bunun rahatça yapılabilmeleri içinde velayetten doğan tıbbi müdahaleyi ret-seçme hakkını (Tüm hukuk sistemimize aykırı olmasına karşın) ortadan kaldırıp sağlık sistemine devretmeleri gerekiyordu.
Pekiyi bu hukuksuz zorbalığı halka nasıl yedirecekler; “Çocuğun üstün yararını düşünüyoruz ve çocuklar anne-babanın değil, toplumun- devletin sorumluluğunda vs…” safsatalarıyla… Bu da yetmez ise; “Topuk kanı vermek zorunlu, yoksa ceza alırsınız, çocuğunuzu elinizden alırız” vs. yalan ve tehditleriyle… Elbette bu operasyonun asıl merkezinde DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) var, Türkiye ki ayakçısı ise TTB (Türk Tabipler birliği) ve irtibatlı bürokratları!
Ancak her operasyonun finanse edilmesi gerekir, bu işi bazı kurum ve kuruluşlara yaptırmamın da bir bedeli var, bunun finansmanı da 2022 yılında SMA testlerini topuk kanı tarama testlerine dâhil ederek yaptılar, daha doğrusu finansmanı-akıtılan parayı arttırdılar. Çünkü topuk kanı ile taranan Kistik Fibrozis ilaçları (300 bin dolar), Fenil Ketonüri için üretilen özel gıdalar ise pahalı ve hepsi de yurt dışında üretiliyor. (EK-4 )
Örneğin; SMA teşhisi koyulan çocuklara önce Spinraza uygulanmakta (Omuriliklerine), bir dozu 73 bin Euro olan bu ilacı SGK ödemektedir, ancak doktorlar tarafından bu ilaç ile “sadece hastalığın ilerlemesinin yavaşlatılacağı” iddia edilmekte, aileler hastalığın durması için (SGK tarafından parası ödenmeyen) SMA ilacı Zolgensma ya yönlendirilmektedir, birkaç kimyasaldan ibaret Zolgensma ilacının bir doz ücreti ise 2 milyon 100 bin dolardır. (25 ev parası) Bu herkese yetecek ve herkesin ahlakını bozabilecek bir paradır. (EK-5) Ve bu ilacı kullanmaya yönlendirilen insanlar sosyal medyada/şehir meydanlarında (Valilik izni ile) dilendirilmektedir. Amaç Zolgensma’yı da SGK ödeme listesine sokmaktır. Halbuki Zolgensma ile Spinraza aynı neviden ilaçlardır. (EK-5) Elbette ilaç anlaşmaları yapıldıkça taranan hastalıklar da artacaktır…
Ancak Spinraza ilacı tatbikine rağmen (Muhtemelen bu ilaç sebebi ile) bu çocukların hastalığı ilerlemektedir. Spinraza’yı bıraktıktan sonra durumu iyiye giden ve Sipinraza -Zolgensma ilacı kullanmasına rağmen ölen çocuklar olduğunu da biliyorum. Bu ilaçları üreten şirketlerin web sayfaları incelendiğinde bunların hastalığı (3 saniye başını daha fazla tutabilmesi) gibi muallak vaatlerin olduğu, esasen bir fizik tedavi ilacı olan Zolgensma’yı üreten şirketin hiçbir iyileşme (cure) vaat etmediği görülmektedir (EK-6 / Dr.Uğur Yılmaz-Eski SGK çalışanı, mahkeme bilirkişisi, cerrah)
Aslında mevcut hukukumuz topuk kanı gibi genel sağlık tarama testlerinin zorla uygulanmasına müsait değildir, bu vücut dokunulmazlığı ve velayetten doğan tıbbi müdahaleyi seçme-reddetme hakkını yok saymak anlamına geliyor, bu yüzden “zorunlu olduğu algısını yerleştirerek” bu uygulamayı topluma kabul ettirmeye çalışıyorlar. Ama eğer testleri zorunlu hale getirebilirler ise, testler ile hasta ilan edilmiş çocuklar için öngörülen (Prosedüre uygun) tedaviler de otomatik olarak zorunlu hale geliyor. Yani bir taş atıp bin kuş vurmak gibi bir şey bu.
Mevcut hukuka göre topuk kanı gibi genel sağlık tarama testlerini reddetmeniz suç da değildir, ama bu testler ile çocuğunuz hasta ilan edilir ve prosedüre uygun tedavileri uygulamayı ret ederseniz TCK m.233 ve MK m.348 çerçevesin de cezai sorumluluğunuza gidilebilir. Bu da çocuğunuzu sağlık sektörünün hata ve suiistimallerine karşı koruyamayacağınız anlamına gelir ve böylece; “Bu tedavinin faydası yok, zararı ise çok fazla…” diyerek tedaviyi ret etme hakkınız elinizden gider.
Halk tarafından pek bilinmeyen konu ise; bu tedavi ve test prosedürlerinin (yeni sağlık sisteminde) Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenmediği ve denetlenemediğidir. Özellikle 1990’lı yıllarda Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalar gereği bu yetki özelleşmiş sağlık sistemine devredilmiştir, 2005 yılında getirilen performans sistemi ise bu işin üzerine tuz-biber ekmiştir. Bu gün devlet hastanesi denilen yerlerin bile sadece binası devlete aittir, Buralarda verilen tıp hizmeti özelleşmiştir, bu Devlet Hastaneleri binası kiralanmış AVM’ler gibidir.
TEK ÇARE TESTLERİ RET ETMEK
Günümüz sağlık sisteminde bir defa teşhis koyulduktan sonra çocuğunuzun hasta olmadığını veya o hastalığa yakalanmadığını ispatlamanız oldukça zordur. Testler ise hatalı sonuç verebildiği gibi, rahatça (Tıp sektörünün çıkarına göre) insanları hasta ilan edecek şekilde ayarlanması da mümkündür. Elbette test sonuçları diğer klinik hastalık bulguları ile desteklenmeden bir hastalık teşhisi koymak için de yeterli değildir, ancak her insanın farklı fizyolojiye sahip olmasına rağmen günümüz tıp sistemi (fabrikasyon bir şekilde) teşhis koyma işini (PCR gibi) testlere indirgemek istemektedir. (EK-5)
Aynı taktik ile Covit-19 döneminde de karşılaşmıştık, bizlere; “Madem aşı olmak istemiyorsun, PCR testi olmanız zorunlu” denilmişti. Birçok hükmü günümüzde uygulanamaz (Kadük) olan Hıfzıssıhha kanunu (1930) çerçevesinde aşı bile hukuki olarak tartışılabilir idi (tartışılabilirdi diyorum, hukuken doğru demiyorum), ancak hasta olmayan insanın teste zorlanması hukuken tartışmak bile mümkün değildi, yine de bize (Covit-19 ile) ölümü gösterip, (Teste) sıtmaya razı ettiler, sonuçta sabah pozitif, akşam negatif sonuç veren, sapa sağlam insanları hasta ilan edebilen bu testler ile Covit-19 teşhisleri koyuldu ve (faydası yok-zararı çok olan) bu ilaçlar (Favipiravir-Hidrosiklorokin vs.) 2 yıl boyunca insanlar zorlandı, sonuç; hastaneye yürüyerek giden, ancak Covit-19 teşhisinden sonra uygulanan tedaviler sonucu ölüsü gelen insanlar!
Yaaa işte böyle, sizi öldüren tedavilere zorlayabilirler ve çocuğunuz ölse dahi sorumlu tutulmazlar, çünkü çocuk hasta ilan edilmiştir bir kere, ölmüşse hastalıktan ölmüştür. Hem sonra dava açılsa bile, “beklenmeyen koplikasyon, allerjik reasiyon” vs. der geçerler, zaten dava dosyanızı bilirkişi olarak kim inceleyecek, şıracının şahidi bozacı... Tabi bu sınırsız tıbbi müdahale yetkisi kötü niyetli ellerde rahatça çocukları kasten hasta etmek ve öldürmek için de kullanılabilir, bunun için testleri ve tedavi prosedürlerini ayarlamaları yeter… Yenidoğan Çetesi sanıkları ne diyordu; “Biz prosedüre aykırı hiçbir şey yapmadık, test sonuçlarını geçmişe yönelik olarak değiştirebiliyorduk…”
Şimdi kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor; “Kendi çocuğumuzun sağlığı hakkında kararı veremiyor, onun adına bu kararı (Hasta ilan edilmesinde çıkarı olan) özelleşmiş sağlık sistemi veriyor ise buna ne ad verilebilir? Hemen aklımıza kölelik geliyor ama kölelerin dahi bu konuda bazı hakları var, bence bunun hukuki statüsü; kobay veya birilerinin çiftlik hayvanı olmak. Yani bu çocuklarınızın ekonomik anlamda bir ürün olduğu anlamına da gelir. Çocuklarınızın sağlığı ile ilgili kararları dahi dışarıdan (DSÖ ve arkasındaki Siyonist İlaç Kartellerince) veriliyor ise bu aynı zamanda bağımsız bir Devlet olmadığınızın da açık kanıtıdır.
İKİNCİ SEBEP
Bu Dünyadaki (Siyonist İlaç kartellerini de yöneten) Global güçler artık dünya nüfusu azaltmaya karar vermiş durumdalar ve bunu da açıktan söylüyorlar. Bunu halka çeşitli film ve propagandalar ile güzelce yediriyorlar da… Böylece birçok insanın ağzından; “Ekonomi ve eğitim alanlarında gelişme için nüfusun azalması gerektiği…” saçmalığını duyuyorsunuz. Bu mantığa göre ABD, ÇİN, Rusya, İngiltere, Japonya vb. dünyanın en fakir ve geri kalmış ülkeleri olması gerekiyor.
Sakın yanlış anlamayın alt düzey sağlık çalışanlarının Dünya nüfusunu azaltmak gibi bir amaçları yok, onlar sadece para kazanmak istiyorlar ve düşünmeden emirleri uyguluyorlar. Ama onları yöneten Global Merkezlerin para ile bir işi yok, parayı zaten onlar basıyor. Onların amacı modern köleliğin hâkim olduğu yeni bir dünya düzeni getirmek ve bu yeni düzende bu kadar işçiye-memura-askere-polise ihtiyaçları yok. El değmeden üretim yapan makinalar, robot polisler, askerler, işçiler ve yapay zekâ varken bizi ne yapsınlar, bizler onlar için Dünyayı kirleten hazır yiyicileriz artık.
Onların bize pazar ve işçi olarak artık ihtiyaçları yok, onlar yer altı zenginliklerimizi ve çocuklarımızı istiyorlar, alıyorlar da nitekim. Bu nüfus azaltma planı özellikle ama özellikle Türkiye ye yönelik, DSÖ de bir dönem görev yapmış bir arkadaşım bana; “DSÖ Türkiyeyi sever, ama içinde Türkler yokken…” demişti. Türkiye ise nerede dünyanın en düşük nüfus artış oranına sahip ve yaşlı nüfus da Covit-19 döneminden sonra hızla düştü. (EK-7) Son açıklamalarında Sayın Cumhurbaşkanı da nüfus azalmasındaki bu tehlikeye işaret etmemiş mi idi!
ASIL MADUR; AŞI-TOPUK KANI BASKISINA DİRENEMEYEN AİLELER
Bence bu topuk kanı-zorunlu test baskısının asıl mağdurları çektikleri onca sıkıntıya rağmen direnen aileler de değildir, asıl mağdur; bu baskı sürecine boyun eğen, sistem baskısından, dava edilmekten, kapılarına polis-jandarma gelmesinden korktuğu için her testi-tedaviyi yaptıran ailelerdir! Sistem onların peşini hiç bırakmıyor ve onlardan talepleri gittikçe artıyor; daha çok test, daha çok tedavi, daha çok ilaç kullanılması… Ve sonuç; gittikçe azalan doğum oranları ve sağlıksız-sürekli hasta, ilaç bağımlısı, azalan bir nüfus... İşte modern tıbbın eseri, işte çağdaş tıbbın mucizesi!
Bu sebeplerle test baskılarına ne pahasına olursa olsun direnmek gerekiyor, çünkü bu bıçağın kemiğe dayandığı yer, çünkü bu şeytani güçlerin elleri artık çocuklarımızda, yani geleceğimizde, geleceği olmayan bir milletin ise aslında hiçbir şeyi yoktur!
İsterlerse bilinçsiz hâkimler topuk kanı-diğer testler hakkında tedbir kararı versin (hiç biri hukuka uygun değil, yok hükmünde kararlar bunlar), isterse bu kararı uygulamak için kapınıza polis-jandarma ile gelsinler; ne zorla içeri girebilirler, ne zorla topuk kanı alabilirler veya herhangi bir test yapabilirler, nede bu bahane ile çocuklarınızı elinizden alabilirler, bunu da istemezler zaten, size bedava çocukları baktırıp etinden sütünden yararlanmak varken neden onların sorumluluğunu üzerlerine alsınlar?
Onlar çocuk sizin sorumluluğunuz da iken, gereksiz aşı, test, tedaviler ile onları hasta etmek ve SGK’nın kasasını boşaltmak ve dolaylı olarak da nüfusu kontrol etmek istiyorlar. Böylece birileri tek kurşun atmadan parasını da bize ödeterek, gelecekte kendisi ile mücadele edecek askerleri, fikir-bilim adamlarını, iş adamlarını ortadan kaldırıyor. Bizde daha çok SSK primi öderken, daha düşük emekli maaşı alıyoruz. Yani bir yandan da bizi fakirleştiriyorlar.
Bu işin tek çaresi sarı öküzü baştan vermemek ve sistemi toptan reddetmek, çocuklarımızı sistemin Aile Sağlığı Merkezlerine-hastanelerine değil, güvenilir özel doktorlara-ebelere teslim etmektir. Bu kötü gidişe dur demek hala elinizde, çünkü bizim sayımız onlardan çok daha fazla ve amaçladıkları Yenidünya düzenini tam oturtamadılar. Tek sorunumuz uyanan insan sayısının azlığı. Tatlı bir rüyadan, acı gerçeklere uyanmak gerçekten çok zor, bu anlatılanlarımı komplo teorisi olarak görüp konfor alanından çıkmadan, günlük çıkarlar peşinde koşmak ise çok kolay.
Ama burada size atların akıbetini hatırlatmak isterim, bir zamanlar her evde bir binek hayvanı bulunurdu, şimdi sadece hipodromlarda ve birkaç çiftlikte çok az sayıda at var, çünkü atların yerini arabalar aldı. İşte bizim onlar için değerimiz o atlar kadar bile değil, o yüzden ya şimdi mücadele veririz ve insanlığın bir umudu olur yahut insan olmaktan doğan tüm haklarınızı kaybeder, istedikleri zaman telef edebildikleri hayvanları haline geliriz, yaşayan azınlıkta organik robotlara dönüşür. (Gerçi şimdiden birçok insan robottan farksız ya…)
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum; her ne kadar güçlü görünseler de, deveden büyük fil, Global Çeteden büyük Hz. Allah C.C. var. Onların bir hesabı-tuzağı var ise de Hz. Allah C.C. hazretlerinde bir hesabı vardır ve Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır, bence başta ülkemiz olmak üzere insanlığa kurdukları bu tuzakları onların başlarına geçecek ve en azından direnen insanlar kendilerini bunların zulmünden koruyacak…
Esenlik, sağlık ve mutluluk dileği ile.
Avukat Cüneyt Bülent Şeker
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
EK-2 https://vitamingiller.com/besikden-mezara-saglik-yenidogan-tarama-testi-topuk-kani/
EK-3 https://www.habervakti.com/doc-dr-cuneyt-konuralptan-ezber-bozan-topuk-kani-aciklamasi
https://www.youtube.com/watch?v=Had43bXDwmI
https://www.istiklal.com.tr/dr-ugur-yilmaz-sma-hastaligi
https://www.klimik.org.tr/koronavirus/favipiravir-ilaci-tedavide-etkisiz-karacigeri-yoruyor/
EK-7 https://fikirturu.com/toplum/dunya-nufusu-azaliyor-ve-bu-herkesin-yararina/
.
Yorumlar
Kalan Karakter: