Açıklanan asgari ücret rakamı bir kez daha milyonların sofrasına umut değil, endişe bıraktı. Rakamlar kağıt üzerinde belki “artış” olarak görünüyor ama pazara, mutfağa, kiraya, faturaya uğramayan her hesap eksik kalıyor. Bugün gelinen noktada bu asgari ücretle geçinmek değil, ayakta kalmak bile neredeyse imkansız.
Bir yanda ayın başında daha cebe girmeden eriyen maaşlar, diğer yanda her ay sessizce yükselen kiralar… Büyükşehirlerde özellikle İstanbul’da bir evin kirası artık asgari ücretin tamamını yutuyor. Anadolu’da da tablo çok farklı değil. Bir zamanlar “asgari” olan ihtiyaçlar bugün lüks hâline geldi. Et, süt, meyve, sebze… Hepsi vitrine bakılan ama sepete zor giren ürünler oldu.
Daha acısı ise şu: Eskiden bir evde bir kişi çalışır, bir aile geçinirdi. Baba çalışır, anne çocuklarla ilgilenir; evde huzur vardı. Tatil hayal değil, çocuk okutmak mucize değildi. Bugün ise aynı evde iki, hatta üç kişi çalışmadan ay sonunu görmek mümkün değil. Gençler iş bulsa bile aldığı ücretle ne ev kurabiliyor ne de gelecek planı yapabiliyor. Evlenmek erteleniyor, çocuk sahibi olmak korkuya dönüşüyor.
Asgari ücretli pazarda hesabı tek tek yaparken, vekillerin market fiyatlarını ne kadar bildiği tartışmalı. Kirasını ödeyemediği için memleketine dönmek zorunda kalan insanlar varken, şehirlerde boş kalan vicdanlar var. İnsanlar artık çalışmaktan değil, çalışıp karşılığını alamamaktan yoruldu.
Bu sadece ekonomik bir mesele değil; toplumsal bir meseledir. Emek küçüldükçe umut da küçülüyor. Bir ülkede emekçinin alın teri değersizleşirse, o ülkede huzurdan söz etmek zorlaşır. Asgari ücret, adı üstünde asgaridir ama bugün insanca yaşamın bile altındadır.
Beklenti lüks değil, insanca yaşamaktır. Kirasını ödeyebilen, çocuğuna harçlık verebilen, geleceğe umutla bakabilen bir toplum… Bunun için de önce adaletli bir ücret, sonra da eşit bir paylaşım anlayışı gerekir.
90’lı yıllarda bir evin kapısını açan tek bir maaş, o evin sofrasını kurmaya, çocukları okutmaya, kirayı ödemeye yetebiliyordu. Baba sabah işe gider, akşam evine döndüğünde arkasında açlık korkusu değil; yarına dair umut olurdu. Anne çoğu zaman evdeydi, çünkü buna mecbur değildi. Çocuklar ise okul çantasını omzuna alırken “yarın ne yiyeceğiz?” kaygısını değil, “büyüyünce ne olacağım?” hayalini taşırdı.
Aynı evde üç kişi çalışıyor, ama yine de ay sonu gelmeden cüzdan boşalıyor. Kira maaşı yutuyor, faturalar nefes aldırmıyor, mutfak masrafı her gün biraz daha ağırlaşıyor. Eskiden ayda bir alınan beyaz eşya, şimdi hayal; birikim ise neredeyse masal. Çalışmak çoğaldı ama geçim azaldı.
90’larda asgari ücretle bile bir düzen kurulabiliyordu. İnsanlar borçtan değil, emeğinden konuşurdu. Şimdi ise maaşlar daha ele geçmeden borçlara bölünüyor. Kredi kartı, taksit, ek iş… Hepsi geçinememenin yeni adı oldu. Sorun insanların çalışmaması değil; çalıştıkça yoksullaşması.
Bu değişimin adı sadece “ekonomi” değil. Bu, emeğin değer kaybı, hayatın pahalanması, umutların ucuzlamasıdır. Bir baba artık tek başına ailesini geçindiremiyor; bir evde üç maaş bile yetmiyorsa burada bireyleri değil, sistemi sorgulamak gerekir.
Eskiden “çok çalışırsan kazanırsın” denirdi. Bugün ise insanlar çok çalışıyor ama kazanamıyor. Ve asıl acı olan şu: Gelecek nesil, 90’lı yılları bir masal gibi dinliyor
Yorumlar
Kalan Karakter: