İklim Anlaşması ve Bizi Bekleyenler
2016 yılında Türkiye'nin imzaladığı Paris İklim Anlaşması, 2021 yılında TBMM’de onaylanarak yürürlüğe girdi. Böylece Türkiye, Paris Anlaşması'nın öngördüğü yükümlülükleri hayata geçirmek için iklim yasası sürecine resmen girmiş oldu. 2025 yılında çıkarılan İklim Kanunu ile bu hükümler, artık yasal bir zorunluluk haline getirildi.
İklim yasası yalnızca çevreyle sınırlı bir düzenleme değil. Ekonomi, tarım, hayvancılık, ulaşım, sağlık, hatta bireysel mülkiyet ve sosyal yaşamı bile etkileyecek geniş kapsamlı bir dönüşümün adımı. Ne yiyeceğimizden, nereye seyahat edebileceğimize kadar pek çok alan bu yeni dönemde yeniden şekillenecek.
Paris Anlaşması ile Başlayan Dönüşüm
Paris Anlaşması’nın ardından zaten pek çok uygulama adım adım devreye girmeye başlamıştı:
Tarımda kullanılacak tohumlara müdahale,
Doğal gübrenin yasaklanması,
Hayvancılıkta metan gazı salımı nedeniyle kısıtlamalar,
Fabrikalara güneş panelleri zorunluluğu,
Elektrikli araçlara geçiş baskısı,
Ve elbette en çok duyacağımız iki kavram: Karbon ayak izi ve net sıfır emisyon.
Net Sıfır Emisyon Nedir?
Yetkililere göre “net sıfır emisyon”, üretilen sera gazı miktarının, doğa tarafından emilen miktarla dengelenmesi anlamına geliyor. Yani aslında salım devam ediyor ama kağıt üstünde denk hale getiriliyor.
Ancak bu açıklamalar sadece teknik değil, aynı zamanda siyasi ve ideolojik. Sıfır emisyon kavramı; bilimsel gerçeklerle destekleniyor gibi sunulsa da, toplum üzerinde baskı kurmak için kullanılan bir araç haline geliyor. Sloganı da hazır: “Gezegeni kurtar!”
Hayvancılık ve Gıdaya Müdahale
İklim politikaları çerçevesinde büyükbaş hayvancılığın gaz salımı nedeniyle kısıtlanması konuşuluyor. Bugün “inekler metan gazı üretiyor” diyenler, yarın “koyunlar da zararlı” diyerek küçükbaş hayvancılığı da hedefe koyabilir.
Bunun yerine sunulan alternatifler ise oldukça düşündürücü:
Yapay et
Hamam böceği sütü
Yapay peynir ve sentetik gıdalar
Süt ürünleri sağlıksız gösteriliyor, doğal beslenmenin yerine laboratuvar ürünleri geçiyor. İklim yasası, gıda egemenliğini elden almanın bir aracı haline geliyor.
Kuraklık, Su Krizi ve Vatandaşlık Sistemi
“Barajlar boşaldı”, “buzullar eriyor”, “su kaynakları tükeniyor” gibi söylemlerle yapay kuraklık korkusu pompalanıyor. Buna bağlı olarak:
Elektrik kesintileri
Su kısıtlamaları
Vatandaşlık puanlama sistemi gibi sosyal denetim yöntemleri devreye girebilir.
Bugün istediğimiz zaman seyahat edebiliyoruz ama yakın gelecekte karbon kotası nedeniyle nereye ne sıklıkla gidebileceğimiz bile sınırlanabilir. Ağır vergiler, yeşil pasaportlar, uçuş kısıtlamaları, hepsi bu sürecin parçası.
Yeni Dönemin Kural Koyucuları: DSÖ ve Küresel Kurumlar
Pandemi döneminde DSÖ’nün talimatlarının ne kadar belirleyici olduğunu gördük. İklim döneminde de benzer bir küresel otorite anlayışı yürürlüğe girebilir.
Topuk kanı testinden aşıya kadar birçok sağlık uygulaması, bireysel tercih olmaktan çıkıp küresel zorunluluk haline gelebilir.
Mülkiyet Hakkına Müdahale mi?
Bir diğer iddia ise mülkiyet haklarına ilişkin. Anayasa değişiklikleriyle birlikte, “eviniz doğayı kirletiyor” denilerek arsanızın “orman alanı” ilan edilmesi ve elinizden alınması gündeme gelebilir.
Kurbanlık Bile Bulunamayabilir
İbadetlerin de bu dönüşümden etkilenmesi olası. Kurban Bayramı’nda hayvan bulmak zorlaşabilir. “Kaçak kesim yapılıyor” denilerek baskılar artabilir. Doğal hayvancılık kısıtlandıkça, ibadet özgürlüğü de dolaylı olarak daraltılmış olur.
Sonuç: Karbon Çağı Başlıyor
Pandemi bitti, şimdi “karbon çağı” başlıyor. “Sıfır emisyon” ve “karbon ayak izi” artık günlük hayatımızın içinde olacak.
Ancak şu soruyu sormadan geçmeyelim:
> Gelecek nesillere gerçekten yaşanabilir bir dünya mı bırakıyoruz, yoksa tamamen kontrol edilen yapay bir hayat mı?
Yorumlar
Kalan Karakter: