Her yaz mevsiminin doğal felaketidir orman yangınları derler.
Ama bu yıl yaşadıklarımız artık doğallıktan çok, sorgulanmayı hak eden bir düzen hâline geldi.
Eskişehir, Bilecik, Afyon, Manisa…
Tesadüf mü?
Olabilir.
Ama dikkat çekici olan, artık bu “tesadüflerin” her yıl aynı senaryo ile karşımıza çıkması.
İklim değişikliği, kuraklık, sıcaklık artışı elbette yangın riskini artırıyor.
Bu inkâr edilemez. Ama yangınları sadece hava durumu üzerinden konuşmak, bazı soruları sürekli halının altına süpürmek gibi.
Zira ne meteoroloji ne de doğa olayları; hazırlıksızlığı, plansızlığı ya da koordinasyonsuzluğu meşrulaştıramaz.
Yangın çıkması doğaldır belki.
Ama her seferinde “yine mi hazırlıksız yakalandık?” demek, doğal olamaz.
Bir noktadan sonra bu, yönetilemeyen bir tekrar değil, kabullenilmiş bir alışkanlık gibi görünmeye başlar.
Bu yılın yangınları sadece ağaçları değil, insanları da aldı.
Eskişehir’de 11 orman işçisi hayatını kaybetti.
O insanlar sadece birer çalışan değildi. Onlar, doğayı korumaya adanmış emekçilerdi.
Ve sorulması gereken en insani soru şu:
Bu insanlar o yangının ortasında neden yalnız kaldı?
Yıllardır tekrar eden yangınlara rağmen, alınan önlemler konusunda kamuoyunun tatmin olduğu söylenemez.
Bu eksikliklerin konuşulması da artık rutin hâline geldi.
Ancak ilginçtir ki; tartışılması gereken bu meseleler, zamanla sadece “kader”, “hava şartları” ve “takdiri ilahi” kavramlarıyla açıklanmaya çalışılıyor.
Her yaz karşımıza çıkan bu tabloya artık başka gözlerle bakmak gerekiyor.
Çünkü gözle görünmeyen şey bazen alev değil, tekrar eden sessizliktir.
Yangına müdahalede kullanılan ekipmanlar, uçaklar, helikopterler, koordinasyon ağları gibi konular hâlâ gri bir alan.
Gökyüzü sessiz kaldığında, o sessizlik yalnızca fiziksel değil, semboliktir de.
Bu yüzden toplumun en temel talebi artık şeffaflık ve netlik.
Kaç uçak vardı? Nerelerde konuşlandırıldılar? Ne zaman müdahale edildi?
Sorular çok, yanıtlar ise genellikle genel geçer.
Ama asıl sorun şu:
Her yıl yaşanan bu felaketlere rağmen neden hâlâ aynı cümleleri kurmak zorunda kalıyoruz?
Bu noktada kimseyi hedef almak değil mesele.
Ama bazı soruların da sahibini beklemeden sorulması gerekiyor.
Çünkü sadece ağaç yanmaz.
Toplumun belleği de, güven duygusu da zamanla tutuşur.
Ve bazen bir kıvılcım sadece ormanı değil, insanların sabrını da yakabilir.
Belki en acı olan şu:
Biz bu yaz da “geçmiş olsun” demekle yetineceğiz.
Ama gelecekte hangi şehrin, hangi köyün, hangi insanın sıradaki “doğal kurban” olacağını bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey şu:
Bu yaz yanan sadece orman değildi.
Sorgulama becerimiz, alışkanlığa teslim edilen vicdanımız da ciddi bir sınav verdi.
Yorumlar
Kalan Karakter: