Karı koca ve bir de tek oğlandan ibaret bir aile düşünün. Tek
evlat diye oğlan çocuğu üzerine titreyerek büyütülür. Baba sağlıklıdır,
elinden her türlü iş gelir, durmadan çalışır. Evin ihtiyaçlarını giderir.
Mutlu ve huzurlu bir şekilde hayatları devam ederken gün gelir, evin
hanımı rahatsızlanır. Tedavisi için evin beyi, elinden geleni yapar.
Çok büyük paralar harcar. Ama hastalığının tedavisi konusunda sonuç
alınamaz ve emrihak vaki olur, anne ölür, ama hayat devam eder.
Baba yine çalışmaya devam eder. Baba çalışır. Oğluna bir eksiklik
hissettirmez. Kısacası: Baba çalışır, oğlan yer. Ama her kemalin bir
zevalî var. Baba da yaşlanır, çalışamaz hale gelir.
Eldeki birikimler de biter, evde. ‘’Ekmek alacak paraya’’
muhtaç hâle gelirler. Baba der ki “Haydi oğlum, biraz para bul da
ihtiyaçlarımızı giderelim. “ der. Oğlanın, amcası aklına gelir. Doğru
amcasına giderek durumlarını anlatır. Amcasının durumu iyi olduğu
için karşılıksız bir tomar para vererek yeğeninin isteğini karşılar.
Oğlan, büyük bir sevinçle eve gelir. Amcasının selamını söyleyerek
parayı babasına verir. Babası ise bir tomar parayı eline alır, yanında
oturduğu pencerenin camını açarak olduğu gibi dışarı fırlatır. Ertesi
gün yine ihtiyaçlarının giderilmesi için oğlunun para bulmasını ister.
Yine oğlan, babasının çok yakın arkadaşına giderek ondan para ister.
Babasının arkadaşı da yine oğlana bir miktar para verir. Oğlan yine
aynı sevinçle eve döner. Baba dostunun selamını ileterek parayı
babasına verir. Parayı alan baba oturduğu pencerenin yanından yine
dışarı fırlatır. Ertesi gün yine oğlundan para bulmasını ister. Bu defa
oğlan babasının yaptıklarına bir anlam veremeden avare avare çarşıda
dolaşırken yolcu otobüsünden yaşlı bir adam çantalarını taşımakta
güçlük çeker ve delikanlıdan yardım ister. Delikanlı da yaşlı amcanın
çantalarını yazın sıcağında ve şehrin uzak semtinde olan evine kadar
çantaları taşır. Sonuçta da bu yardımın karşılığında bugünün parasıyla
delikanlının eline üç kuruş harçlık sıkıştırır. Delikanlı, büyük bir
sevinçle eve gelir. Babasına parayı teslim ettiğinde yine babası
elindeki üç kuruş paraya bakar ve açtığı pencereden tam fırlatırken
oğlu, hemen babasının elini tutarak: “Ne yapıyorsun baba!” diyerek
babasının elini tutar ve paraları pencereden atmasına mani olur.
Bundan önceki yazılarımda sözünü ettiğim 30 yaşındaki: “ Madem
beni doğurdunuz, bana bakmak zorundasınız!” diyen delikanlı ile
para için babasını yaralayan 16 yaşındaki delikanlıyı düşünün.
Çevreye ve kendine zarar verici davranışları olan, herkesin kendisine
borçlu olduğunu düşünen ve bu nedenle isteklerinin hemen ve eksiksiz
yerine getirilmesini isteyen, yapılmadığı zaman saldırganlaşan, emek
sarf etmeyen sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri 18 yaşın
altındılarsa psikoloji ‘‘ antisosyal kişilik bozukluğu’’ ile
tanımlanıyor. Tıp ise bu davranış bozukluğuna “ Psikopat” ismini
veriyor. Üstelik bu hastalığın yayılması da maalesef anneler- babalar
vesilesiyle oluyor. Genelleme yapmadan söylüyorum.Anne - baba
sağ iken yokluk nedir bilmeyen, anne babasından hayır kelimesi
duymayan nice varlıklı ailelerin çocukları, babaları ölünce sudan
çıkmış balığa döndüğünü gördüm. Bu yazdıklarımın hiçbirisi abartı
değil. Doğma büyüme Manisalı benim kadar Manisa’yı tanıyamaz.
Neden mi? 1990’lara kadar Manisa’nın tek lisesi olan Manisa
Lisesinin idaresinde 20 yıl bulundum. Manisa’nın varlıklı aile
çocukları, bürokrat aile çocukları, dar gelirli işçi çocukları da bu lisede
okuyordu. Çocuklar, ailelerin aynasıdır. Ailelerde olan sevinçler ve
tasalar olduğu gibi okula yansır. Bu yazdıklarım benim bire bir
öğrencilerimden ve ailelerden bana intikal eden bilgilerdir.
Şunu kesinkes söyleyebilirim ki bugün aileler “sorumsuz ve
doyumsuz” çocuklar yetiştirmektedirler. Doğduğundan beri bir dediği
iki edilmeyen, her istediğine kavuşan, isteğinin yaşı ile uyumlu olup
olmadığına bakılmayan, emek sarf etmeden, değerini bilmeden
alınanları vs.yapılanları hak görerek yetişen bir çocuğun; sorumluluk
sahibi, doyumlu, çalışarak kazanmanın erdemine inanan, bir şeyleri
elde etmek için emek sarf etmesi gerektiğini bilerek çalışan bir birey
olmasını beklemek mümkün mü? Üstelik her gördüğünü isteyen değil,
her istediği alınan çocuk, gerek ailesi gerekse toplum için çok
tehlikelidir.
Günümüzün anne babaları, çocuklarını sevmekle onları doğru
yetiştirme arasındaki farkı anlamalı ve çocuklarını hayatın şartları ile
yüzleştirmelidirler. En azından bu yaz tatilinde bünyelerine ve ilgi
alanlarına göre çalışabileceği işlerde çalıştırmalarında yarar
görüyorum. Kışın servisle okula gidip, yazın denizde sefa süren
çocuklar, sizlerden ayrı kaldığında sudan çıkmış balığa dönmesinler.
Hayatın tek yüzüyle çocuklarımızı hayata hazırlamayalım.
Biraz itici ve incitici gelecek ama yinede çok özür dileyerek
yazımı bir Rus atasözü ile bitirmek istiyorum: “ Çocuğunuzun her
istediğini yerine getirirseniz bilin ki iyi bir evlat değil, iyi bir domuz
yetiştirmiş olursunuz.” www.kadirkeskin.net