Okullara, cezaevlerine verdiğim seminerler yanında bayanlara yönelik “Eşlerin Hayal Dünyasından Gerçek Hayata Uyanışları” konulu seminerler de veriyorum.
Seminerlerim monoton değil, genelde yabancı deyimle interaktif (soru-cevap) usulü oluyor. Seminerimin başlangıcında veya ortasında konuşacağım konuya göre sorular soruyorum. Bilen dinleyicilerime de kitaplarımdan hediye ettiğim için seminerimin sonuna kadar dinleyenlerim tarafından ilgi ile izleniyor.
Bayanlara verdiğim seminerde sorduğum soruların bazıları:
-
Adam ve hanım olmanın şartı nedir?
-
Allah ve Peygamberden sonra insan en çok kimi sever ve kimden nefret eder?
-
İnsan en uzun kimi sever?
-
Bir erkeğin yumuşak karnı kimdir? (Annesi)
-
Sebil sevgi - zibil sevgi nedir?
-
Kadınların ve erkeklerin en talihsizleri hangi kadınlar ve hangi erkeklerdir?
-
Kadınların ve erkeklerin gelecek endişesi ne zaman başlar?
-
Evlilikte erkekte ve kadında aranan özellik nedir?
-
Dünyanın en tatlısı nedir? Dünyanın en acısı nedir?
-
Çocukların hiç sevmediği kokular hangi kokulardır?
-
Büyük şeytan en çok neye sevinir?
-
Ailede azı karar, çoğu zarar olan nedir?
Sorularımla seminerlerim devam ediyor. Bilenlere yukarıda arz ettiğim kitaplarımdan hediye ediyorum.
16.12.2025 Salı günü Akhisar İlçe Halk Eğitim Müdürü Sayın Mahmut Pehlivan bey kardeşimin davetlisi olarak Akhisar Halk Eğitim Merkezi'nde bayan kursiyerlerle beraberdim. Yukarıda sözünü ettiğim gibi bayan kardeşlerime ilk sorum: “Adam ve hanım olmanın şartı nedir?” Bu sorumu okullarda öğrencilerle, cezaevlerinde mahkûm kardeşlerime de soruyorum. Soruma muhtelif cevaplar veriliyor. Bayanlarla öğrencilerden bugüne kadar doğru cevap alamadım ama cezaevlerinde tek tük de olsa doğru cevap veren oluyor.
Sorunun cevabını Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası ile açayım.
Nasrettin Hoca bir gün Akşehir medreselerinde müderrislik yaparken dersine girdiği bir sınıfta öğrencilerine aynı soruyu sorar: “Adam ve hanım olmanın şartı nedir?” Öğrenciler muhtelif cevaplar verdiyse de Hocamız istediği cevabı alamayınca, bir öğrenciyi kaldırır, öğrencinin her iki kulağına yırtarcasına asılır ve der ki:
“Oğlum adam ve hanım olmanın şartı: ‘KULAKLARDIR… KULAKLARDIR… KULAKLARDIR…”
Devamla: 1- BÜYÜKLERİ DİNLEYECEKSİNİZ. 2- AĞZINIZDAN ÇIKAN SÖZÜ KULAĞINIZ DUYACAK. “Büyükleri dinlemez, ağzınızdan çıkanı duymazsanız, ne kurduğunuz yuvayı devam ettirebilirsiniz ne de başınız beladan kurtulur.”
Örnek mi?
1- Seminer akşamı evimde haber önü bir kadın programına gözüm takıldı. Adam ve kadının ikinci evliliğidir. İkinci evlilikler genelde sıkıntılı olmasına rağmen bu çift, dostlarının ve komşularının dahi imrendiği evliliklerini gayet mutlu ve mesut bir şekilde yürütürken bir akşam, her ailede olabilecek tartışma esnasında bayanın ağzından “Sen ilk kocamın ayağının tozu olamazsın” deyince, adam beyninden vurulmuşa dönerek cinayet işlememek için değil evi, oturduğu şehri kurşun asker gibi terk eder. 8 aydır da ne eve döner ne de eşine bir alo der. Eşi aramadık yer bırakmaz, sonunda da kadın programına çıkar. Sunucu eşini bulduklarını ve stüdyoya getireceklerini söyleyince kadın sevincinden ağladı. Biraz sonra adam stüdyoya alındığında kadın sevincinden ne yapacağını şaşırdığı halde, adam buzdolabı gibi hiç sevinç tepkisi vermedi. Kadın beyini çok sevdiğini, 8 aydır gözlerine uyku girmediğini söylemesi sonucu adam:
“Ben de seni çok sevmiştim, senin de beni çok çok sevdiğini biliyorum. Ancak evden ayrıldığım o akşam ağzından çıkan ‘Sen ilk kocamın ayağının tozu olamazsın’ sözün evliliğimizi bitirdi. Artık bundan sonra ben seninle aynı evde yaşayamam, aynı sofraya oturamam, aynı yatağa giremem. Evliliğimiz bitti. Nasıl, ne şekilde istiyorsan hemen senden boşanmak istiyorum.” deyince, kadının ağlamaklı gözyaşları işe yaramadı. Kol kırılıyor, baş yarılıyor, affediliyor da maalesef kulağımızın duymaması gereken sözler ağızdan çıkınca kalbe mızrak gibi saplanıyor, mızrağın açtığı yarayı da hiçbir merhem kapatamıyor.
Fiziki güzellik hiçbir kadına ve erkeğe üstünlük kazandırmaz. Ancak ahlak, huy ve karakter güzelliği ile beraber olursa “GÜZELLİK – YAKIŞIKLILIK” bir kıymet ifade eder. Eğer güzelliğimizin ve yakışıklılığımızın yanında “YILAN DİLİ” gibi bir dilimiz olursa, güzelliğimiz hiçbir anlam ifade etmez. Kaldı ki güzellik de erken solan bir bahar gülüdür. Kurulan yuvada eşlerden erkek ne kadar yakışıklı, kadın da ne kadar güzel olursa olsun eşlerden birinde malum dil varsa, o aileyi kimse ayakta tutamaz; ayakta kalsa bile o evde dünya cenneti değil, ahiret cehennemi bu dünyada yaşanmaya başlar.
2- Gittiğim bir cezaevinde seminer salonunda rastladığım eski bir öğrencim, seminer sonu elime kapanarak ağlayarak anlattığı olay:
Bir kış günü altındaki yüksek segmentli arabasıyla yağışlı bir havada şehir içinde giderken yanan sarı ışıkta durur. Arkadan gelen araba, sarı ışıkta geçecek diye süratini kesmez, son anda yaptığı acı bir frenle öğrencimin arabasına çarpar, stop lambaları kırılır, arka kaporta da hafifçe hasar oluşur. Arabadan iner: “Kör müsün? Sen kör müsün neden geçmedin?” Ağız dalaşı küfürleşmeye dönüşünce “geldiğinde gözü karartan, gittiğinde yüzü kızartan öfke” gelince, akıl tatile çıkar. Münakaşa anında kulağının duymaması gereken sözler ağızdan çıkmaya başlayınca ortam iyice gerilir. Öğrencim, belinden çıkardığı tabancasını ateşler. Muhatabı kalbinden aldığı tek kurşunla orada ölür. Ağlayarak ağzından çıkanlar:
“Hocam nasıl yaptım ben bunu? Hâlâ anlamış değilim. Her şey bir iki saniyede oldu. Şimdi 18 yılım, gençliğim, en güzel yıllarım bu duvarlar arasında geçecek. Kaldı ki arabamın trafik sigortası, hatta kaskosu da vardı. Hatta hasar da benim cep harçlığımdı. Nasıl yaptım ben bu hatayı? Keşke o tabancam olmasaydı da muhatabımdan bir araba dayak yeseydim de buralara düşmeseydim.”
“KULAKLAR” sadece eşler arasında değil, günlük hayatta da çok önemli. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymazsa belaları mıknatıs gibi üzerimize çekeriz. Örneğini her akşam ekranlarda görüyoruz.
3- Aynı gün programda eşinin hastalık derecesindeki “Kıskançlığı”ndan şikâyet eden bir bey ekranda gözüktü. “Arabada giderken, kırmızı ışıkta durduğumda sağıma soluma baktığımda ‘Sen o kadına niye baktın?’, denize gidiyoruz başımı kumdan kaldırmıyorum, hatta ve hatta beni annesinden bile kıskanıyor. Artık tahammülüm kalmadı. Lütfen bana yardım edin, en kısa zamanda benim boşanmamı sağlayın” diye yalvaran bir bey.
Hastalık derecesindeki kıskançlığa hiçbir erkek tahammül edemez. Devlet idare eden, savaşlarda ordulara komuta eden Atatürk, Napolyon bile eşlerinin kıskançlığına tahammül edemeyerek boşanmak zorunda kalmışlardır. Nitekim Atamız boşandıktan sonra: “Latife beynimde küflü bir çivi idi. Boşandım rahatladım” demiştir. Hastalık derecesindeki kıskançlık kadar eşleri sıkboğaz eden başka bir hastalık yoktur. Bu hastalığın azı karar ama çoğu tahammülü mümkün olmayan şeddeli zarardır.
Gerek aileye gerekse cezaevlerindeki seminerlerimde karşılaştığım olayların hangi birini yazayım. Dostlarıma ve okurlarıma tavsiyem; hastalık derecesindeki kıskançlıktan kaçının. Belaları da mıknatıs gibi üzerinize çekmek istemiyorsanız, huzurlu bir yuva istiyorsanız büyüklerinizi dinleyin, ağzınıza sahip çıkın, kulağınızın duymak istemediği sözlerden katiyetle sakının. Rabbimiz bile iki kulak bir ağız vermiş; iki defa düşünüp bir defa konuşalım diye.
Not: 1- Resimler Akhisar Halk Eğitim Merkezi Bayan kursiyerleri. 2- Seminerime vesile olan Akhisar Halk Eğitim Merkezi Müdürü Sayın Mahmut Pehlivan Beye çok teşekkür ederim.
www.kadirkeskin.net



Yorumlar
Kalan Karakter: