Bütün canlılar fanidir. Ancak canlılar içinde hiç ölmeyecek gibi yaşayan ama yine de fani olduğunu bilen tek canlı insandır. Fakat nefsinin esiri olan gafil bir insan, faniliği kabullenmek değil, düşünmek bile istemez. Bu sebeple ölüm hakikatinden kaçar; bunun sözü ve sohbetini dinlemek istemez. Yaratılmış bütün varlıklarda mevcut olan fanilik mührünü okumaktan kaçınır. Halbuki hak ve batıl olarak nitelediğimiz tüm dinlerde ölüm, ebediyet âlemine geçişin kapısıdır. O kapıda yaşanan, sonsuzluğa doğuştur. İnsanın bu gaflet ve kaçışına karşı iki nasihatçi vardır ki, biri sözlerin en güzeli Kur’an-ı Kerim, diğeri ise ölümdür.
Hafta içinde Manisa Kırtık Mezarlığı’nı ziyaret ettim. Sanki kendimi avuç açıp sadaka isteyen dilenciler sokağına girmiş gibi hissettim. Her mezarın başındaki sessiz ve derin bir sükûtla içindeki mevtanın mezar taşı vasıtasıyla tek isteği “Fatiha” idi. Mezar taşlarının sessiz feryadı, bizden önce giden anne babamızın, tüm sevdiklerimizin ve her insanın son hâlidir. Başka hiçbir öğüt veren bulunmasa bile ölümün varlığı, insana nasihatçi olarak yeter de artar bile. Ama nedense insan, sahip olduğu bazı geçici imkânlarla faniliği unutarak, ebediliği tercih ederek her yıl doğum gününü pastalar yiyerek, eğlenerek, tünğüyerek, hatta alkolle kutlayarak faniliği gündeminden çıkarıyor. Oysa ne kadar neşe ile kutlarsa kutlasın; her kutlanan doğum günü aynı zamanda ölüme bir sene daha yaklaşma günüdür.
Şu ana kadar kaleme aldığım cümlelerde hatırlattığım “ölüm” kelimesi hepimize ürkütücü gelebilir. Ancak bize hayatımızda neyin önemli olduğunu hatırlatmak açısından son derece etkili bir nasihattir.
Şu anda dünyanın her yerinde ölüm döşeğindeki insanlar, geçmiş yaşamlarına baktıkları zaman önceliklerinde yanlış sıralamalar yaptıklarını düşünüp, “Keşke farklı olsaydı, keşke öyle yapmasaydım” dedikleri pişmanlıkları olmuştur veya olmaktadır. Ayrıca önemli olmayan konulara ayırdıkları zamandan dolayı da üzülürler.
Allah gecinden versin, şu anda kendinizin ölüm döşeğinde olduğunuzu, hatta kendi cenazenize katıldığınızı hayal etmek; geride kalan hayatımıza bakıp önemli değişiklikler yapma fırsatı verecektir.
Ama öyle bir dünyada yaşıyoruz ki ölümü unutmak ve unutturmak için sosyal medya dâhil, yazılı ve görsel yayınlarla elimizden geleni yapıyoruz. Böylelikle unuttuğumuzu sanıyoruz. Ama o, bizi genç-yaşlı demeden ya yatakta, ya trafikte, ya iş yerimizde, havada, karada, denizde bir yerlerde bekliyor; aniden karşımıza çıkıyor, tüm sevdiklerimizden ayırıveriyor.
Uğruna geceleri uykusuz kalıp ömür tükettiğimiz, belki namazlarımızı terk ettiğimiz, kalp kırdığımız, kul hakkına girdiğimiz, faize ve harama bulaştığımız dünyalıklarımız, bağımız, bahçelerimiz, mallarımız, birikimlerimiz, banka hesaplarımız, maaş kartlarımız, şirketlerimiz, evlerimiz, arabalarımız, ünümüz (şöhretimiz), unumuz (varlıklarımız)… Sahip olduğumuz her şey artık başkalarının malı olacak.
Bir gün tüm makamları ve koltukları terk edeceğiz. Tüm unvanlarımız ve apoletlerimiz alınacak. Masamızdaki ve kapımızdaki isimliklerimiz sökülecek. Bürokrasinin koridorlarında, sokaklarda, şehirlerde, marketlerde, konakladığımız lüks otellerde adımlarımız olmayacak artık. İsmimiz bile anılmayacak; nitekim 18 ay sonra tamamen unutulup gideceğiz.
Biraz ürkütücü ve acıklı da olsa hâlâ yaşıyorken ölümümüzü düşünmek yararlıdır. Bunu yapmak, bize nasıl bir insan olmak istediğimizi ve bizim için gerçekten en önemli önceliklerin ne olduğunu, ölüm döşeğine düşmeden hatırlatır. Bu düşünceler hayatımızı değiştirecek mükemmel bir uyarıdır.
Hayattayken en önemli önceliklerimizin neler olduğunu, ölüm döşeğine düşmeden önce düşünmemiz temennisi ve duasıyla…
Yorumlar
Kalan Karakter: