Doğarken ne olacağımız, nerelere ve nasıl geleceğimizi Allah’tan
başka kimse bilemez. Fıtrattan gelen yeteneklerimiz ve gayretimiz ve
alın terimizle en iyi yere gelme hedefiyle çalışıp çabalayacağız
İnancımıza göre “ Alın teri zayii olmaz.” Geldiğimizde de yaratanın bir
kulu olarak Yaratanın, yarattıklarına zarar vermemeyi, yüce
peygamberimizin buyruğu gereği bize nasıl davranılması gerekiyorsa
onlara da öyle davranarak Rabbimizin rızasını kazanmak, hedefimiz
olmalıdır. Zaten Rabbinin rızasını kazanan kul, halkın da rızasını
kazanmış olur. Bu anlayış inancımızın temel değerlerinden biridir.
Sokakta çöp konteynırlarından artık madde toplayarak ailesini geçindiren
kardeşlerimize sık sık rastlıyoruz. Bakıyorum insan olarak onların
bizden fiziki ve biyolojik olarak bir eksikliği olmadığı gibi bizim de
onlardan fazlalığımız yok. Bizim yerimizde o kardeşimiz, onun yerinde
biz olabilirdik. Boynumuzda kravat, elimizde çanta o kardeşimizin
yanından geçerken Rabbimize şükredip, onunla göz göze geldiğimizde
saygıyla selam verip, çalıştığımız kuruma işi düştüğünde ona en iyi
hizmet sunmayı düşünmemiz sevap hanemizde yerini almaktadır.
Dinimizde eyleme geçmedikten sonra kötü düşünceye bir günah yok,
Ama eyleme geçmese bile iyi düşünceye sevap var.
Bugüne kadar hiç siyasi yazı yazmadım. Bu yazımı da siyasi bir amaçla
değil, insan olarak sayın vekilimizin öğrencimiz kamu görevlisi polisimize
olan davranışını şık bulmadığım için yazıyorum. Başka şekilde
anlaşılmaması dileğiyle maksadımı “ Kavak ve Kabak” fıkrasıyla
anlatmaya çalışayım.
Şunu hemen itiraf edeyim. Fani hayatın baki olmadığı gibi, hizmet için
bir yerde bulunmak da daimi değildir. Oralar da zamanla ters orantılıdır.
Şan- şöhret, makam- mevki, vekillik ve rütbeler Rabbimizin bizlere
olan emanetidir. Zamanı geldiğinde bunlar hayal olur gider. Malımız
varsa da onlar da ileri yaşımızda günah işlememize bile imkân vermez.
Kötü niyetli ve olumsuz yaklaşım içinde olanların, hırsına yenik düşenleri
hayatın affettiğine ben şahit olmadığım gibi sizlerin de şahit olduğunuzu
sanmıyorum. Konuyu açmak için sizin de bildiğiniz meşhur “Kavak-
Kabak” hikâyesine başlayalım
Bir bahar mevsimine girerken rüzgârın önüne kattığı bir kabak çekirdeği
kavağın gövdesine çarpar ve kavak ağacının dibine düşer. Toprakla
buluşan kabak çekirdeği, yağmurların yağması, güneşin toprağı yalaması
ile çekirdek patlar filizi, boynunu uzatarak toprak üstüne çıkar.
Yağmurların ve güneşin verdiği sevinçle kabak filizi kavağın gövdesine
dolanarak hızla büyümeye başlar. Büyürken de “ Kabak kardeş sen
kaç senede büyüdün?” diye kibri ve gururu ile böbürlenerek kavağa
sorar. Kavak mahcup bir şekilde “ 15 senede büyüdüm kabak
kardeşi.” der. Kabak: “ Bak! ben senin 15 senede geldiğin yere iki
ayda geldim ve senin boyuna ulaştım.” diyerek kavak ağacını
küçümsemeye devam eder. Kavak mahcup ve mütevazi bir şekilde “
Kabak kardeş sonbahar gelsin, görüşürüz.” diyerek geveze kabağın
çenesini kapatır.
Günler geçip, sonbahar geldiğinde hırçın esen rüzgârlar ve soğuklar
başlayınca kabağın çiçekleri dökülüp, yaprakları sararıp, gövdesi
kurumaya başlayınca ayakta kalamaz ve kavağın dibine yığılır kalır.
Sonra kavak, kabağın bu hazin halini gördükten sonra uzun boynunu
uzatır ve : “ Ne haber kabak kardeş! işte benim 15 yılda geldiğim
yere hırsını kontrol edemeden iki ayda gelmeye kalkarsan halin
böyle olur.” demiş.
Neden bu fıkrayı anlattım. Geçenlerde yolda trafik kontrolü yapan eski
bir öğrencim Polis memuru hatalı davranışından dolayı durdurduğu
aracın şoföründen kimlik ister. Kimlik verme yerine aracın içindeki şahıs
: “ Beni tanımıyor musun?” diye bağırarak hakaretler yapmaya başlar.
Görevli polis memurumuz “ Tanımıyorum efendim .” dediğinde, Vekil :
“Beni tanımıyorsan TBMM’ nin albümünü alıp oradan bakacaksın!
Fazla uzatma, yap gereğini” Öğrencim Polis:” Efendim milletvekili
olduğunuzu nereden bileyim 650 tane milletvekilini nasıl tanıyayım?
Madem vekilimizsin hatalı davranıyorsun lütfen böyle yapmayın.”
diye nezaketini bozmadan karşılık verir. Basından okuduğum polisimizin
nezaketine ve cevabına hayran kaldım. Üzüntüler paylaşılınca azalırmış.
Polisimizin üzüntüsüne yürekten katılıyorum geçmiş olsun diyorum Bu
olayda büyüyen öğrencimiz polis oldu. Maalesef ama maalesef
vekilimizin şık olmayan bu davranışı da kamu oyunda iyi karşılanmadı.
Yapılan yorumlar da bunu gösteriyor. Buraya ikinci bir nokta koyarak
yaşadığım, gördüğüm, duyduğum örneklerden bir kaçını arz edeyim.
Çok yaşayan mı çok gören mi? Allah’a şükür Rabbim bana uzun ömür
verdi. Hizmetimin 36 yılı da devlette geçti. Bu arada seminerlerim
dolayısıyla ülkemin çoğu illerini gezdim. Hem çalışırken, hem de
buralarda bürokrasiyi de yakından tanıma imkânım oldu.
1- Görevden alınan üst derecede bir amirimiz aşırı alkol sonucunda
oturduğu lojmanın merdivenlerinde “ Bu bana yapılır mı?” diye
hüngür hüngür ağladığına, oysa bu amirimiz göreve geldiğinde
makam odası la teşbih cennet bahçesi gibi çiçeklerle dolmuştu.
2- Bizim jenerasyonun güzelliği dillere destan ünlü artistiyle ( C. S)
gazetecilerin yaptığı bir röportaj daha dün gibi hafızamda. “
Şanım, şöhretim, güzelliğim yerinde iken kapımda meredesler
sıraya giriyordu. Şimdi ise kapımın önünden kaplumbağlar bile
geçmiyor.” dediğini, Ahir ömründe Beyoğlu’nun arka
sokaklarında ölen bu artistin cenazesini Beyoğlu Belediyesi
tarafından kaldırıldığını gazetelerde okumuştum. A. R. Eylesin
3- Seminer için gittiğim bir ilde randevüsüne 45 dakika geç gelen
amir, makamına sekreter odasından geçerken odada bekleyen
bizlere özür beyan etmeksizin, kafasını dahi çevirmeden
selamsız odasına geçerek sekreteri ile bizi çağırıp, bulunmaz
Şam kumaşı gibi kendini övmesi. Daha sonraki yıllarda görevden
alındıktan sonra görev yaptığı o ilde hiçbir personelinden selam
alamayarak bunalıma girdiğini, psikolojik tedavi gördüğünü o ildeki
dostlarımdan duydum.
4- Yine Manisa’da mesai arkadaşlarına tepeden bakan bir daire
müdürü görevden ayrıldıktan sonra sokağa gündüz değil gece
çıkar olmuş. Sonra da Manisa’yı terk ettiğini yakın mesai
arkadaşlarından duydum.
Bu tür örnekleri uzatmaya sahifem müsait değil. Bu ve buna benzer
örneklere sizler de şahit olmuşsunuzdur. Şunu asla unutmayalım. Bugün
sahip olduğumuz başta sağlık olmak üzere makam, mevki, rütbe, vekillik
şan, şöhret, mal- mülk Rabbimizin bize birer emanetidir. Emanetlerin
büyüklüğü nispetinde yarın huzur-u mahşerde sorumluluğu da farklı
olacaktır. Çöpten bidonlarından çoluk çocuğun rızkını çıkaranlarla,
telefon başında binleri yüz binleri kazanan zenginin sorumluluğu bir
olamayacağı gibi, dağda sürünün arkasında dolaşan çobanla, klimalı
odalarda kamu görevi yapan amir ve memurların sorumluluğunun bir
olamayacağı gibi..
Sonuç olarak Sayın vekilimizle, bulunduğu yeri hazmedemeyenlere
kabak- Kavak hikayesinden sonra aşık Sefai’nin şu şiiriyle yazımı
noktalarken , çok değerli polisimize de üzülmemesi temennisiyle
geçmiş olsun diyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Evet:
“ Başım diye güvenme ha / Ne gelirse başa gelir
Diz toprağa yaslanırda / Baş düşerse taşa gelir"
www.kadirkeskin.net