Her sabah yüzlerce insan aynı cümleyle güne başlıyor: “Hiç uyumamış gibiyim.” Bu cümle, artık bireysel bir yakınma olmanın çok ötesine geçti; adeta toplumun ortak ruh haline dönüştü. Uykusuzluk, modern hayatın görünmez ama en etkili stres kaynaklarından biri olarak yaşamlarımızı sessizce gölgeliyor.
Bir düşünün… Gece yatağa uzanıyorsunuz. Zihniniz koşar adım: bitmeyen e-mailler, yarınki toplantı, okuldaki sınav, ekonomik kaygılar, sosyal medyadan akan görüntüler… Vücudunuz dinlenmek isterken zihniniz maraton koşuyor. İşte uyku bozuklukları tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Ve ne yazık ki, “geçer” diyerek geçmiyor.
Uykunun değeri, uyumadığımızda anlaşılıyor aslında. Dikkat dağınıklığı, unutkanlık, tahammülsüzlük, karar verememe… Hepsi uykusuzluğun gündelik hayattaki sessiz çarpanları. Birçoğumuz sabah kahvesiyle bu açığı kapattığımızı sanıyoruz ama gerçek şu ki, kahvenin telvesinde gizli bir çözüm yok.
Toplumsal açıdan baktığımızda tablo daha da çarpıcı. Uykusuzluk, iş kazalarını artırıyor, öğrencilerin öğrenme kapasitesini düşürüyor, ekonomik verimliliği etkiliyor. Yani mesele sadece “erken yat, erken kalk”tan ibaret değil; daha geniş ölçekte bir yaşam düzeni probleminden söz ediyoruz.
Akşamları ekranlardan uzaklaşmak, yatmadan hemen önce zihni yoracak konuşmalar ve tartışmalardan kaçınmak, düzenli bir uyku saati belirlemek, hatta basit nefes egzersizleri bile çok şey değiştirebilir. Bir de şu gerçekle yüzleşmek gerekiyor: Uykusuzluk kronikleşiyorsa, bir uzmandan yardım almak zayıflık değil, aksine yaşam kalitesine verilen bir değerdir.
Belki de en kritik nokta şu: Uykuyu, lüks değil ihtiyaç olarak görmek. Çünkü dinlenmiş bir zihin ve beden, hem bireysel hem de toplumsal iyilik hâlinin temel taşıdır. Uykusuz bir toplumun huzurlu olması beklenemez.
Kısacası, ışıkları kapatıp uykuya dalmak sadece bir gece eylemi değil; yarınımızı şekillendiren en sakin ama en güçlü davranışlarımızdan biri. Bu yüzden, belki de en büyük yatırım, iyi bir uykuya ayırdığımız zamandır.
Yorumlar
Kalan Karakter: