Çölde susuz bir tilki hırsı yüzünden kuyuya düşer. Ne kadar çabalasa da bir türlü yukarı çıkamaz. Oradan geçmekte olan teke susadığı için kuyunun başına geldiğinde bir de ne görsün? Kuyunun içinde bir tilki.
Teke hemen sordu:
“Bu su iyi mi, içilir mi?”
Tilki kurnazca güldü. Sonra da suyu bir övdü, bir övdü ki, tekenin ağzının suyu aktı. Tilki:
“Haydi durma, in aşağı.” deyince teke kuyuya atladı. Kana kana suyu içtikten sonra aklı başına geldi. Tilkiye:
“Eee… nasıl çıkacağız buradan?” diye sordu.
Tilki:
“Sen hiç merak etme! Ben buradan ikimizi de kurtarmanın yolunu biliyorum. Sen şimdi doğrulup ayaklarını duvara dayar, omuzlarını da havaya dikersin. Ben de tırmanıp çıkar, sonra seni çeker kurtarırım.” dedi.
Teke bu aklı çok beğendi, hemen razı oldu. Tilki tekenin bacaklarından omuzlarına, sonra da başına çıktıktan sonra olanca gücüyle zıplayarak kuyudan çıktı ve hemen kuyunun başından uzaklaştı. Bir müddet gittikten sonra tekenin acıklı bağırtılarını duyunca geri döndü ve:
“Ey teke! Çenendeki kıllar kadar kafanda akıl olsaydı, nasıl çıkacağını düşünmeden bu kuyuya inmezdin.” dedi.
9 Eylül günü Akhisar T Tipi Kapalı Cezaevi’nde idim. Adana’dan İstanbul-Maltepe, Ankara-Sincan, Konya, Kütahya, Manisa ve İzmir ve ilçeleri olmak üzere gittiğim cezaevi sayısını ben de bilmiyorum. Allah Âdemoğluna başındaki sarı, siyah ve kumral saçlarından daha fazlası ve daha kıymetlisi olan “akıl ve irade” nimetini vermiş ama aklını ve iradesini vicdanın emrine vermeyip de nefsinin emrine verenlerin “itibar ve para” kayıplarının yanında ömürlerinin en güzel günlerini ya soğuk duvarlar arkasında geçirmek ya da erken yaşta kabir çukuruna girmek zorunda kaldıklarını görüyoruz.
Her cezaevinde olduğu gibi, Akhisar Cezaevi’nde de konuşmacı olarak kürsüye davet edilip mikrofonu elime aldığımda, selamlama faslına geçmeden önce salondaki simaları gözden süzerim. Hemen şunu itiraf edeyim; bugüne kadar gittiğim hiçbir cezaevinde aptal birine rastlamadım. Hepsinin gözlerinden zeka fışkırıyor.
Peki bu kadar zeki olduğunu söylediğim insanların cezaevlerinde işleri ne? Ve neden burada bulunuyorlar? Hemen cevap vereyim: Aklını ve iradesini yanlış ve hatalı kullandıklarından dolayı buradalar.
Gittiğim cezaevlerinde genelde mahkûm kardeşlerimizi iki kısma ayırabilirim:
-
Hiç çıkmaması gerektiğini düşündüğüm insanlar.
Hele bir yaz günü gittiğim T Tipi Kapalı Cezaevi seminer salonunda vücutlarında yılanların, akreplerin, şahmeranların dövmesi olan bedenleri gördüğümde bir tuhaf oldum. Sanki kendimi bir ormana girmiş gibi hissettim. -
Salonda olmaması gerekenler.
Bu kesim, akıl ve irade sahibi olup da bir anlık öfkesini kontrol edememenin sonucu betonarme duvarlar arasına düşüyorlar. Allah korusun bu sınıfa siz de girebilirsiniz. Şunu önce kafamıza koyalım ki:
“Öfke bir delilik halidir.”
Delinin ne yapacağı belli olmadığı gibi, öfkeli insanın da ne yapacağı belli olmaz. Çünkü başta akıl ve öfke ikisi bir arada bulunmaz. Öfke geldi mi akıl başı terk eder.
Yakında gittiğim bir cezaevinde salondaki simaları süzerken orta sıralarda bana yabancı gelmeyen bir sima gözüme takıldı. Seminer boyunca “Kim olabilir?” düşüncesiyle hep o bana dikkatle baktı, benim gözüm de sürekli o delikanlıya takıldı.
Seminer sonu bu sima yetkililerden izin alarak salonu terk etmeden yanıma geldi. Yağmur gibi akan gözyaşları içinde elimi öptü. Ben de kendisine sarılarak karşılık verdim. Kısa sürede birbirimizi hatırladık. Çok eski öğrencilerimden biri… İlin en elit ailelerinden birinin çocuğu idi.
Bir gün yağışlı bir havada sarı ışıkta durur. Arkadan gelen araba, sarı ışıkta geçecek diye yaptığı sert bir frenle kayar, öğrencimizin arabasına çarpar, stop lambaları kırılır. Araçtan inen öğrencimiz öfkeli bir şekilde:
“Kör müsün?” diye bağırır.
Karşı taraf:
“Sen kör müsün, niye geçmedin?” diye çıkışır.
Öfkeli konuşmaların dozu küfürleşmeye varınca, öğrencimiz belindeki ruhsatlı silahını ateşleyerek muhatabının ölümüne sebep olur.
Öğrencimiz olayı anlattıktan sonra:
“Hocam, arabamın sigortası, kaskosu vardı. Hasar da ancak benim bir cep harçlığımdı. Çok pişmanım.” diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
İşte cezaevi koğuşlarında bulunmaması gerekenler, “Geldiğinde gözü karartan, gittiğinde de yüzü kızartan” bir anlık öfkesine mağlup olan kardeşlerimizdir.
Diğer sınıf:
Gördüğüm kadarıyla çok zeki insanlar. Ama Allah’ın verdiği arı duru aklını ve iradesini Rabb’ının rızası dahilinde değil de; sahtekârlık, dolandırıcılık, kumar, alkol, uyuşturucu, taciz vs. şeytanın rızası dahilinde, aklını nefsinin emrinde kullananlar… İçindeki meleğin sesi olan vicdanının sesini dinlemeyip de nefsinin arzu ve isteklerine ram olan insanlar.
Bu kesime giren kardeşlerimiz hayatta iki şey kaybederler:
-
Para
-
İtibar
Mahkûmların itiraflarından bazıları:
-
Bu yalancı dünyaya yeniden gelebilseydim.
-
Her şey bir sigara ve bir yudumla başladı.
-
Bir anlık boşluğun kurbanıyım.
-
Keşke bir zaman makinesi icat edilse de beni 15 yaşıma getirebilse.
-
Beni yıkan davalar, depremler değil…
-
Arkadaş kurbanıyım.
-
Keşke büyüklerimi dinleseydim.
-
Hırsımın kurbanıyım.
-
Para ve zamanımı boş yere harcadım.
-
Aklımı yanlış insanlarla yanlış yerlerde kullandım.
-
Keşke sizi daha önce dinlemiş olsaydım.
-
Keşke şimdiki aklım olsaydı.
Son Söz:
Yukarıda gözyaşları içinde yapılan itirafları yapma durumunda kalmayan kardeşlerime acizane tavsiyem:
Aklınızı ve iradenizi nefsinizin arzu ve isteklerine emanet etmeyin.
Siz siz olun, aklınızı ve iradenizi iyi kullanın. Sonunun ne olacağını düşünmeden hiçbir işe gözü kapalı girişmeyin.
Yorumlar
Kalan Karakter: