Günümüzde, bir kafeye girdiğinizde etrafınıza bakın: Aynı masada oturan insanların bile çoğu gözlerini telefon ekranlarına dikmiş durumda. Evet, iletişim çağındayız; ama iletişemediğimiz bir dönemin de tam ortasındayız.
Ben bir uzman olarak son yıllarda danışanlarımdan sıkça duyduğum cümle şu: “Sürekli telefondayım ama kendimi çok yalnız hissediyorum.” Bu yalnızlık hali, beraberinde birçok psikolojik sorunu getiriyor: anksiyete, depresyon, uyku bozuklukları ve dikkat eksikliği bunlardan sadece birkaçı.
Dijital bağımlılık, klasik madde bağımlılıklarından farklı görünse de benzer beyin mekanizmalarını harekete geçiriyor. Sosyal medyadan gelen her "beğeni", beynimizde dopamin salgılanmasına neden oluyor. Bu da tekrar tekrar telefonumuza dönmemize yol açıyor. Kısa vadede keyif verse de, uzun vadede dikkat dağınıklığı, üretkenlikte düşüş ve gerçek ilişkilerde zayıflama gibi ciddi sonuçlar doğuruyor.
Özellikle gençler bu konuda risk altında. Gelişim döneminde olan bir bireyin kendilik algısını, sadece dijital beğenilerle oluşturması, özgüven sorunlarını ve dışa bağımlı bir kimlik gelişimini beraberinde getirebilir. Ailelere ve eğitimcilere bu noktada büyük görev düşüyor. Sınırlar koymak kadar, gençlerle bu konuları açıkça konuşmak ve onlara alternatif sosyal alanlar sunmak da çok kıymetli.
Teknoloji elbette hayatımızın vazgeçilmezi. Ancak biz ona hükmetmeyi öğrenemezsek, onun bizi yönetmesine izin vermiş oluruz. Ruh sağlığımızı korumak adına dijital oruçlar vermek, ekran süremizi sınırlamak ve yüz yüze iletişimi yeniden merkezimize almak, atılacak en sağlıklı adımlardandır.
Unutmayalım: Her bildirim mutluluk getirmez. Bazen sessizlik, ruhun en çok ihtiyaç duyduğu şeydir.
Yorumlar
Kalan Karakter: