Her 17 Eylülde Dedemin Gözlerinden Akan Gözyaşları...
16 yaşlarında idim. Her akşam rahmetli Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yassıada mahkemeleri başlardı. Gong sesinden sonra mahkeme başkanı Salim Başol’un soğuk ve itici sesi kulakları tırmalamaya başlardı:“Sanıklar eli bağlı olmayarak getirildi. Yerlerine oturdular. Duruşmayı açıyorum.” sesiyle dedemin gözünden akan gözyaşları unutamadığım en acıklı
çocukluk anılarımdan biridir. Çünkü rahmetli dedem kendisini çok severdi. Dedemle beraber ben de seviyordum. Çünkü rahmetli gelesiye kadar ayaklarıma ne giydiğimi bilmiyorum. Ancak o başa geldikten sonra ayaklarım dedem tarafından alınan cızlavat kara lastik ayakkabı ile buluştuğundaki
sevincimi hala unutamam.
Rahmetli Menderes’in kendisini görmedim. Ama o kibar sesini ve nezaketini her akşam dedemle beraber bataryalı radyodan dinlerdik. Hala kulaklarımda çınlayan kibar, nahif ve nazik bir sesle hâkimin sorduğu sorulara cevap verirdi.Halka ve Hakk’a hizmetten başka hiçbir kusuru olmayan bu kibar insan sehpaya
giderken son sözlerinden biri: “ On yıl başbakanlık yaptım. Bu on yılımı dalkavuklar da yazacak tarihçiler de yazacak. Ama benim milletim dalkavukların değil, tarihçilerin yazdığı tarihe inanacak “ diyerek sehpada son nefesini verdi. Rabbim gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Evet rahmetlinin söylediği gibi bu hatırşinas millet dalkavukların yazdığı tarihe değil de tarihçilerin yazdığı tarihe inanarak ülkemizin her köşesinde Menderes
Hava alanı, Menderes Anadolu Lisesi, Menderes köprüsü gibi bir çok esere ismini verdi. Ama onun idamına karar verip de kalemini kıran, Salim Başol’un ve ünlü savcı Altay Ömer Egesel’in ismini duyan var mı? Duyan varsa bile rahmet
okuyana hiç rastladınız mı?
Salim Başol ve üyelerinin kalemlerini kırdıktan sonra idam edilen iki bakandan sonra Menderes’in idamı yapıldıktan hemen birkaç dakika sonra emekli Astsubay İsmail Şenyüz’ün verdiği bilgiye göre İmralı gazinosunda 27 Mayıs darbecileri “ Kuyruğun başını hallettik” naraları üzerine mahkemenin üyelerinden bir hakim de “ 40 kişinin İdamını imzaladım ama üç kişi idam edildi “ (TR Haber)diye hayıflanıyor.
Bu üç mazlumun idamı ile ilgili yazılacak çok taradijik hadiseler var. Ama ben uzatmadan siz okurlarımı genç bir Harbiyelinin hatırasıyla baş başa bırakayım.
“1960 ihtilalinde Harbiyede öğrenciydik. İhtilalde başımızdaki binbaşıyla evrak tespitine götürüldük. Üzerinde başbakan Adnan Menderes yazılı levha olan kapının önündeyiz. Arkadaşın birinin omuz darbesiyle kapı açıldı. Arama
yapıyoruz. Bir ara makam masasından yere bir şey düştü. Baktım bir Kur’an-ıKerim. Tüylerim diken diken oldu. Hemen Kur’an-ı Kerimi ve dolapta gördüğüm
Menderes’e ait bir kravat ile beyaz bir mendili kimseye göstermeden aldım. Arkadaşlarımdan gören olduysa da onlar da açık vermedi. Bu arada ağlamamak
için kendimi zor tutuyordum.
Sonra da Menderes’le Harbiye’de mahkûmken karşılaştım. Onun bulunduğu odanın kapısının önünde nöbetçiyim. O derece sıkıntı ve eziyet çekmiş ki bir
Harbiye öğrencisini bile görür görmez önünü düğmeleyip esas duruşa
geçiyordu. Nöbetçi iken ben de yanına girdim. O asil ve kibar lisanıyla bana dedi ki: “Buyurun evladım bir emriniz var mı?” O pırıl pırıl bir çehre, devamlı gülen
yüz bir gül gibi solmuş; elmacık kemikleri belli olacak derecede zayıflamış, yanakları çökmüştü. Ben kendilerinden daha fazla esas duruşa geçip hüzünlü ve
mahcup olarak cevap verdim. “ Asla efendim! Emir değil, bir durumu size arzetmek için geldim!” “ Buyurun sizi dinliyorum evladım” “ Efendim, odanızda yapılan aramada sizin bir Ku
r’an-ı Kerim’inizle kravat ve mendiliniz alıp muhafaza ettim. Bunları size teslim edebilirim.” dediğimde, dudakları titredi ağlamaklı bir sesle çukurlaşmış gözlerinden damlalar akmaya başladı. Ve koskoca Başvekil Adnan Menderes
boynuma sarılıp hıçkıra, hıçkıra ağlayarak dedi ki: “ Evladım aranızda böyle imanlılar da var mıydı? Onları sana hediye ediyorum. Ananın ak sütü gibi helal olsun. Yalnız sizden istirhamım, bizim evden okumam için bana bir tane
Kur’an-ı Kerim getirebilir misin?” “ derhal efendim” dedim. Ve çamaşırlar arasında bir de Kur’an-ı Kerim getirdim. Gözyaşları içerisinde boynuma sarıldı ve
dua etti bana.
Menderes döneminin ünlü gazetecilerden Gürbüz Azak’ın bir hatırası “
Muhalefetin İstanbul’da açılmakta olan 1959 yılında Vatan ve millet caddeleri için ‘ Ne bu rezalet! Vatan caddesine uçak mı indireceksiniz?” diye şiddetle
muhalefet gösterdiği yol yapma çalışmalarını görüntülemek üzere sabahın ayazında erken saatlerinde şantiyeye uğradım. Şantiyede 10-15 işçi kahvaltı
ediyordu. Peynir ekmek, çay, zeytin bulunan sofrada öyle neşeliydiler ki…üzerinde şantiye elbisesi olan birini hemen Tanıdım. Başvekil Adnan beydi. Bir
başvekil sabahın ayazında ve yarı karanlıkta işçilerle peynir ekmekle kahvaltı yapıyordu. Hem Adnan bey, hem işçiler o kadar mutluydulardı ki, o sofrada
gördüğüm mutluluğu satırlara dökmem mümkün değil.
Vatan ve Millet Cad. Aksaray Beyazıt arası surlara paralel sahil yolu Ayasofya ve Sultanahmet, hatta yeni camii çevresi gece kondu kılıklı barakalar temizlenerek bütün cami, sebil abideleri muhalefetin acımasız direnişine rağmen gün yüzüne çıkardı. İstanbul gerçek çehresine Menderes zamanında
kavuştu.”Ülkemize hizmetten başka hiç bir kusuru olmayan demokrasi şehitlerimiz başta
rahmetli Adnan Menderes olmak üzere arkadaşları müteveffa Fatin Rüştü Zorlu’ ile Hasan Polatkan milletimizin gönlünde taht kurarak hala yaşamakta iken, onların idamına karar vererek kalemlerini kıran Yassıada’nın mağrur
hakim ve savcıları ise hem dünyada, hem de öbür dünyada telafisi mümkün olmayan pişmanlıklara imza atarak terk-i dünya edip unutulup gittiler. Onları
halk unuttu ama Rab unutmadı.
www.kadirkeskin.net
Yorumlar
Kalan Karakter: