Küresel Efendilere Teslim mi Olunuyor.?
Ak parti, Sağlık ve Küresel politikalara teslim noktasında, belki CHP'nin bile utananacağı işler yapıyor..
Ak Partinin sinsice yürüttüğü bazı projeler milletimizi, bilhassa çocuklarımızı adeta Küresel Efendilere Teslim ediyor.!
Bu Konuda, Bu Millete Yapılanları O Her Fırsatta Eleştirdikleri CHP Bile Geçmişte Yapmamıştı.!
Bilhassa "Sağlık ve Erken Teşhis” Maskesi Arkasında, Yürütülen Genel Tarama Testleri ve Bebeklik-Çocukluk Aşıları Gibi Projelerle Sanki “Küresel Politikalara Biat Etmeyen Çocuk Kalmasın” der gibiler..
TOPUK KANI DAYATMASIYLA bir bebeğin topuğu delinerek batırılan iğne, sadece birkaç damla kan almaz. O iğne, aslında anne-babanın evlat üzerindeki kutsal hakkınıda deler.. Bu işlem ise aidiyetimizi, geleceğimizi ve nesillerimizin genetik mirasını ele geçirmenin ilk adımıdır.
Bugün bizlere “erken teşhis” masalıyla yedirilen bu sistem, aslında modern tıbbın değil, modern bir köleliğin belki en karanlık sahnelerinden biridir..
Bizlere güya “hayat kurtarır” diye lanse edilen topuk kanı taraması, gerçekte yüksek orandaki sahte pozitiflerle sağlıklı bebekleri bile hasta ilan eden, aileleri korkutarak milyon dolarlık ilaçlara mecbur bırakan bir rant çarkının ilk dişlisidir.!
Dr. Uğur Yılmaz’ın ifadesiyle; “Türkiye’de SMA şüphesiyle bildirilen bebeklerin %88’i, doğrulama testlerinde sağlıklı çıkıyor.” Yani ondan dokuz hasta, aslında istatistiksel bir hayalettir.! İşte bu hayaletler maalesef o ilaç devlerinin kasalarını dolduruyor, onlara ultra lüks bir hayatın kapısını aralıyor..
Beyaz Önlük Artık Güvenin Değil, İhanetin Bir Simgesi Mi Oldu.?
Ellerinde iğnelerle gülümseyerek yaklaşanlar, hakikatte acaba hangi küresel efendilerin emrini yerine getiriyor, yahut buna alet oluyor ya da politikalarını uyguluyor olabilir.?
Çünkü mevcut bu sistem, çocuklarınızı iyileştirmek için değil, onları ömür boyu müşteri, ömür boyu hasta, ömür boyu veri kaynağı haline getirmek için tasarlanmış gözüküyor.. Birileri ise bilerek yada bilmeyerek ama bu plana alet-aparat oluyor işte.
Kritik soru ise şu; BİLMEMEK MAZERET Mİ.? 2025 yılında, bilgi ve internet çağında, teknolojinin herkesin cebinde ve dibinde olduğu bir zamanda BİLMEMEK MAZERET Mİ.? Ve KİŞİYİ KURTARIR MI.?
Öylesine saçma sapan bir sistem ki; ortada Klinik yokken, teşhis koyuyorlar, hasta yokken, tedavi etmeye kalkıyorlar, YOK'a VAR muamelesi yapıyorlar, zorla hasta üretmeye kalkıyorlar, çeşitli testlerle sisteme, hastanelere ve kendilerine iş üretmeye çalışıyorlar.!
Mesela sistemde ki bazı yanlışları dayanamayıp haykıran, bunu ise aslında güzelce ve usulünce haykıran üç cesur hekim olan Dr. Uğur Yılmaz, Doç. Dr. Cüneyt Konuralp ve Prof. Dr. Alişan Yıldıran işte tam da bu rant çarkını işaret edip nihayetinde deşifre ettikleri için hedef oldular..
Birine “komplocu” dendi, birinin kitapları karalandı, diğerinin laboratuvarına gece yarısı baskın yapıldı.! Neden.? Çünkü söyledikleri, aslında milyar dolarlık bir endüstrinin temelini sarsıyordu..
Bu hekimler, “Klinik bulgu olmadan konulan tanıyı eleştiyordu.. Kimisi en sert şekilde "klinik bulgu olmadan konulan tanı bilimsel sahtekârlıktır!” diyordu..
Gerçek tıp aslında stetoskopla, gözlemlerle, bulgu ve semptomlarla yürürken bugün o modern zannedilen tıp, bir PCR testinin yüksek döngü sayısıyla (35-45 arası) sağlıklı bir bebeğe “SMA” damgası vurabilir.. Bunada BİLİM derler.. Ben ise bunun "Bill'in Bilimi" olduğunu düşünüyorum..
Nobel ödüllü Karry MULİS’in bile kendi ürettiği PCR testi için “PCR, hastalık teşhisi için uygun değildir” demesine rağmen, dahası bu yöntemin Portekiz mahkemesi tarafından %97 oranımda yanlış pozitif oranı verebildiği ispatlanmasına rağmen bu testleri ısrarla PCR ile yapıyor, yapmak istiyorlardı.. İyi ama NEDEN.?
Peki bizler NEDEN hâlâ bu nevi bir fotokopi makinesine inanıyoruz?
Covid döneminde hepimiz tanık olduk. VAKA sayılarını PCR testi ile patlatmışlardı.! Test sayısını artırdıkça VAKA sayılarıda patlıyordu.. Bunu bahane ederek ise her şeyi yapıyorlardı.. Karantina diye insanları sanki tavukları kümese tıkar gibi evlere tıkıyor,, ekonomileri batırıyor, Dünya ile adeta alay ediyorlardı.. DSÖ başkanıda zaten testlerin daha çok artırılmasını istiyordu.. Ama testler arttırıldıkça YALANCI POZİTİFLERDE patlıyordu.. Ve bununla koca bir çark döndürülüyor, rant sağlanıyordu.. Kaç tane sapasağlam insanın COVİD damgası yediğini hiç kimse bilemezdi..
Maalesef insanlar şunu bilmiyordu ve fark edememişti; PCR, bir hastalık tanı aracı değil, genetik materyali çoğaltan bir araçtı.! Tıpkı bir fotokopi makinesi gibi, var olanı çoğaltır, ancak patojeni kendi başına tespit edemezdi. Fakat DSÖ, 17 Ocak 2020’de PCR’nin 35-45 döngüde çalıştırılmasını önermişti.. Fakat bu bilinçli yapılmıştı. Çünkü bu yüksek döngü, klinik olarak hiçbir anlamı olmayan eser miktardaki genetik enkazları bile “pozitif” diye yutturabilmek için yeterliydi.
İşte böylece sapasağlam insanlar bu yöntemle “hasta” ilan edildi. Şimdi ise aynı senaryo, yenidoğan bebeklerin topuğundan alınan kanda sahneleniyor. Yapılan ise, istatistiksel bir katliamdır.!
Velayet Kimde? Anne-Babada mı, Yoksa Küresel İlaç Lord’larında mı.?
Bu konuda ki en korkutucu gerçeklerden biride; bu sürecin artık sadece tıbbi değil, hukuki ve siyasi bir boyutada taşınmış olmasıdır. Çünkü Topuk Kanı vermeyi reddeden ailelere karşı davalar açılıyor, tedbir kararları veriliyor, o bebeklere kayyımlar atanıyor.. Binlerce insan şu an bu durumda ve mahkemelerle, davalarla, polis ve jandarmalarla, kapıya dayanmalarla korkutuluyor, uğraştırılıyor.
Hatta bir çok sağlık görevlisinin direnen ailelere “iyi ebeveyn değilsiniz, hem çocuk sizin değil devletin malıdır, vereceksiniz” dediği biliniyor.. Eminimki buna şahitlik edecek çok ailede çıkacaktır.
Allah aşkına ne oluyoruz böyle.? Bu devlet komünist ÇİN Mİ.? Bizlerde o masum, aciz, çaresiz, kimsesiz, garip kalmış Doğu Türkistan halkı mıyız.?
Madem değiliz O HALDE BU GİDİŞ NEREYE BÖYLE.?
Çocuk, asla devletin malı değildir ve olamaz.! Bu lafı ağzına alanlar ve devlet namına konuşanlar en ağır şekilde cezalandırılmalı, haddi bildirilmeli ve bu hayat onlara dar edilmeli, meslektende atılmalıdır.! Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti adına, namına kimse böyle konuşamaz, davranamaz ve Devletimizi zalimce uygulamaları olan ÇİN seviyesine düşüremez..
Çocuk, kesinlikle anne-babaya aittir. Velayet hakkı, devletede ait değildir.. Hiç kimse çıkarılan genelgelerle vatandaşa böyle bir muameleyi ve dayatmayı yapamaz.. Vatandaş, devleti ile kanunlarla muhataptır. Kanunlar ise bellidir.
Güya “korumacı sağlık” bahanesiyle gelen sağlık görevlilerinin böyle bir dayatmayada, hatta böyle bir diyaloğa girmeye bile hakları yoktur..
Aileyi tehdit ederek çocuğunun kanını almak, almaya çalışmak, zorlamak ne insani, ne ahlaki, ne dini, ne de hukuki bir uygulamadır. Bu tarz tehditler ya mafyada olur yada totaliter rejimlerde.. Türkiye Cumhuriyeti Devletini ise kimsenin bu seviyeye düşürmeye hakkı yoktur.. Düşüren ise bedelini ödemeli, ona haddi bildirilmelidir..
Hukuk, aileyi korumak için vardır.. Devlet toplumdan, toplum ise ailelerden oluşur.! Eğer Aile çökerse DEVLET ÇÖKER.!
Nitekim Sayın Recep Tayyip Erdoğan bile (KADEM genel kurulundaki konuşmasında) doğum hızının KRİTİK SEVİYENİN BİLE ALTINA DÜŞTÜĞÜNÜ söyleyip "nüfus felaketi” uyarısı yapmadı mı.?
"Ailenin tehlikede olduğunu, Türkiyenin bir kabusa doğru gittiğini, eğer milletimiz kendisini toparlayamazsa bu topraklarda ki yaşama kabiliyetini kaybedeceğini, bunun bir beka sorunu olduğunu, dahası karşımızda ki bu tablonun FELAKETİMİZ olduğunu anlamak için 10 yıl daha beklemeye gerek olmadığını" söylemedi mi.? Aynen böyle demedi mi.?
Şimdi burada kritik bir soru sormak istiyorum; Sayın Erdoğan elbette doğru söylüyor ve malum ilan ediyor.. Fakat İyi, güzel, doğru ama Nüfus Felaketine Giden Bu Yolu Acaba Kim Döşedi.?
Buna kim ve hangi politikalar sebep oldu.?
Devletimiz, aileyi parçalamak için değil, aileyi kurtarmak için, desteklemek için, iyileştirmek için politikalar, makinizmalar üretmek durumundadır..
FELAKETİ İtiraf Eden Sayın Erdoğan Maaleaef SEBEBİNİ Ya Iskalamış Yada Görmezden Gelmiştir.!
Çünkü öyle bir hale gelinmiş ve öyle saçma politikalar uygulanmaktadır ki Aileler Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmakta, hatta titremektedir.!
Devletin aile yapısına müdahalesinin yıkıcı sonuçları maalesef daha çok yanlış Topuk Kanı ve Aşı politikaları çerçevesinde gözükmektedir..
Bugün Türkiye’de birçok aile, yeni bir çocuk sahibi olma fikrine kesinlikle sıcak bakmamaktadır.
Çünkü; Artık Mevcut Sağlık Sistemine ve Politikalarına karşı duyulan çok büyük bir korku ve güvensizlik söz konusudur.!
Aileler artık doğumu değil, sonrasındaki o zorlu süreci düşünerek karar vermektedirler.!
Bu durumda tabiki doğum oranlarını ciddi şekilde düşürmektedir.
Devam...
Genetik Soygun ve Yabancı Laboratuvarlar.. Türkiye’nin DNA’sı Satılıyor mu.? Yada Nereye Gidiyor.?
Sizlere daha önce Dr. Savan Günay'ın, şüpheli gözüken ölümünden kısa bir süre önce şu itirafı haykırdığını söylemiştim;
“Herkesten neden alıyorsunuz kardeşim genetik materyalini.? Benim ülkem bunu milli olarak yapacaksa yapsın. Ama milli olarak yapılmıyor… Hacettepe Üniversitesi alıyor onu. Oradan da yurt dışına yollanıyor.!”
İşte bu itiraf, kanaatimce buzdağının sadece görünen ucudur. Çünkü 2024’te yapılan KVKK değişikliğiyle, “özel nitelikli kişisel verilerin” yani DNA, kan, genetik şifrenin yurt dışına aktarımına yeşil ışık yakılmış ve kapı aralanmıştı.! Ki bunu bildiğimiz kadarı ile CHP yada sol iktidarlar bile yapmamıştı..
İşte böylece artık bir damla topuk kanı, sadece bir bebeğin değil, bütün bir milletin genetik mirasını ele geçirmenin anahtarı haline gelmiş oldu..
Topuk Kanı alımı ve Genel Tarama Testleri, görünürde güya tıbbi bir tarama ama aslında biyolojik bir işgalin ilk adımıdır. Ve bu işgalin şifresi maalesef ki bebeklerimizin topuklarında kırılıyor.!
Birileri ise bilerek yada bilmeyerek ama netitice itibari ile buna alet oluyor..
Peki Ne Yapmalı.?
Direnmek, Sorgulamak, Bilinçlenmek lazım..
Bu mücadelesi verenlere destek olmak lazım..
Ey analar, ey babalar!
Velev ki hastanede tuzağa düşer, haberiniz olmadan bebeğinizin topuk kanını alınır ise ve sonrada size “test pozitif çıktı” denirse, sakın hemen inanmayın ve şu 4 soruyu gür bir sesle sorup suratlarına çarpın;
1. Bebeğimde klinik bir bulgu var mı.?(Güçsüzlük, solunum sıkıntısı, emmede zorluk.?) Neye dayanarak konuşuyor ve pozitif diyorsunuz.? Kanepeye dayanarak mı.? O kenepede PCR testi mi.?
2. Bu test kaç döngüde yapıldı.? ( Unutmayın 35+ döngü = %97 yanlış pozitif! demekti..)
Hem ben sizin kaç döngüde yaptığınızı nereden bileceğim.? Hem ayrıca sizey beyanınıza ve kapalı kapılar ardında yapılan testlere niye güveneyim ki.?
3. Doğrulama testi (SMN1/SMN2 tam gen analizi) yapıldı mı.?
4. Bu kanlar nereye gidiyor.? Haberiniz var mı.? Hem kim garanti ediyor ki yurt dışına gitmeyecek ve satılmayacak.? Siz bunu garanti edip noterde de yazılı olarak taahhüd edebiliyor musunuz.? Hem geçmişte Oktar Babuna vakası yaşanmadı mı bu ülkede.?
ÖZETLE; “Performans Primi” adı altında sunulan teşvikler, mesleki onuru bir meta haline getirebilmektedir.
Bir önceki yazımda bahsettiğim Dr. Murat Kınıkoğlu’nun verdiği o çarpıcı bilgiyi tekrar hatırlayalım; "ABD’de tıbbi hatalar, kanser ve kalp hastalıklarından sonra üçüncü en büyük ölüm nedenidir. Her yıl 251 bin kişi önlenebilir tıbbi hatalar yüzünden hayatını kaybediyor. Hatta İsrail’de doktorlar greve gittiğinde, Harvard’taki kardiyologlar kongredeyken, ölüm oranlarının düştüğü çalışmalar bile var." diyordu.
Böylece, tıbbın aşırı ve gereksiz kullanımının yarattığı korkunç bir tabloyu gözler önüne seriyordu..
Son Söz;
Bugün bir başkasının çocuğunun topuğundan akan kan, eğer bu zulme tepki vermezseniz yarın sizinde kapınızı çalar, hatta yarınlarınızı bile çalar.!
“Ateş ise düştüğü yeri yakar”
Bu atasözü, yarın size de isabet edebilir..
Bu, olanlar, yaşananlar bir sağlık meselesi değil, bir varoluş savaşıdır.!
Mahiyeti bilinmesede yapılmaya çalışılan sadece bir test değil, aslında bir teslimiyet çağrısıdır.!
O minik topuklara batırılıp delinen iğne ise aslında bir kölelik zincirinin ilk halkasıdır.!
Vicdanımız, aklımız ve yüreğimizle direnelim.
Bize “şefkat, sağlık, erken teşhis” perdesi altında uzatılan her ele inanmayalım.. Her iğnenin, her formun arkasındaki niyeti sorgulayalım..
Bizlere gülerek yaklaşanlara karşı uyanık olalım.
Bu zulme sessiz kalmayan gerçek dostlarla ise bir an önce kenetlenelim..
Bu yolda en büyük silahımız; hakikati aramaya dair çabamız, en büyük gücümüz ise sorgulayan vicdanımızdır.!
Ve kesinlikle unutmayalım, her fırsatta ve her yerde haykıralım ki;
Çocuk anne-babaya aittir ve devletin malı değildir.!
Selam, Dua ve Hürmetle…
Yorumlar
Kalan Karakter: